Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
HomeHome  Latest imagesLatest images  SearchSearch  RegisterRegister  Log in  
Kürd Ulusu'nun Çıkarları; Her Türlü Parti, Kurum, Kuruluş, Örgüt ve Kişilerin Çıkarlarının Üstünde ve Ötesindedir. Her Şey Kürdistan İçin!

 

 Şerefname ve Çemişkezek Hükümdarlığı

Go down 
AuthorMessage
Admin

Admin


Mesaj Sayısı : 131
Kayıt tarihi : 2010-01-12

Şerefname ve Çemişkezek Hükümdarlığı Empty
PostSubject: Şerefname ve Çemişkezek Hükümdarlığı   Şerefname ve Çemişkezek Hükümdarlığı Empty27.03.10 3:34

Şerefname ve Çemişkezek Hükümdarlığı

Kalecıwan

Şerefname, Bitlis Hükümdarı Şeref Han tarafından 1597 yılında yazılmış bir Kürt tarihidir. 403 yıl önce, bir yönetici ve bilim adamı tarafından yazılmış bulunan bu eser, Kürtler için gerçekten paha biçilmez bir değerdedir. Kürtlerle ilgilenen tüm Kürdoloğ ve araştırmacılar, Şerefname'nin önemini vurgulamaktadırlar. Tarih boyu var olan, ancak İslamiyet'ten sonra, özellikle 9. yüzyıldan bu yana Kürtlük damgasını taşıyan kimi devlet, kimi sultanlık, kimi hükümdarlık veya beylik şeklinde ortaya çıkan kurum ve statüleri birer birer ortaya çıkarmaya çalışan Şeref Han'a; Kürt halkı minnet ve şükran borçludur. Şeref Han, Şemseddin Han'ın oğlu ve Osmanlılarla 1514'te ittifak andlaşmasını imzalıyan ünlü Şeref Han'ın torunudur. Bitlis hükümdarlarının ünvanları "Emir" veya "Hakim" olarak geçer. Ancak isimlerini saydığım 3 hükümdarın her üçüne de İran Şahı Tahmasp tarafından ve emirname ile bu "Hanlık" rütbeleri verilmiştir. İşin ilginç yanı bu 3 önemli hükümdar Osmanlılara büyük hizmetler görmüş, ancak rütbe ve ünvanlarını İran Şahlarından almışlardır. Birinci Şeref Han 1508'lerde bir gurup Kürdistan Melik, Emir ve Beylerine öncülük yaparak, bağlılıklarını bildirmek ve Şah İsmail'le anlaşmak üzere gittiğinde, Safevi Şah'ı tarafından zindana atılıyor; bir yolunu bulupta kaçtığında, Bitlis'in Safevi işgalini kaldırmaya çalışarak Roşkanlıkların güçlerinin bir imparatorluğa yetmiyeceğini görüyor; bunun üzerine zaman, mekan ve fırsatları çok iyi değerlendirerek; Mevlana İdris'i ve Muhammed Ağa Keloki'yi görevlendirerek Sultan Selim Han'la diyalog kurarak, 1514 Amasya Andlaşması'nın gerçekleşmesinde önemli öncülük görevinde büyük bir başarı sağlıyor. 1533'te, İran'ın Azerbeycan Genel Valisi Ulame Tekelu adındaki bir fesat, Osmanlı tahtına iltica ederken; Şeref Han'a karşı bir tutum alarak, O'nu Kanuni Sultan Süleyman'a kötülüyor, Sultan kuşkuya düşerek, Bitlis yönetimini keyfi bir kararla ve Amasya şartlarına uymuyan bir tutumla Ulame'ye veriyor, Osmanlılarla Roşkililer arasında 1533 ve 1534 yıllarında iki savaş oluyor; birinci savaş 3 ay sürüyor ve İran Şahı, Şah Tahmasp, Bitlis'in imdadına geliyor, Şah'ın geldiğini duyan Osmanlı ve Kürt Beylerinin orduları ablukayı kaldırıp Bitlis'i terkediyor ve bu münasebetle İran tarafına geçen Şeref Han, Şah Tahmasp'tan hem "Hanlık" ünvanını ve hem de bütün Kürdistan'ın "Beylerbeyliği" ve "Kürdistan ordularının başkomutanı" görevlerini dalıyor. Bu rütbe ve makamını bir "fermanname" ile resmileştiriyor.(1) Ertesi yıl (1534) Tatık Ovası'nda katledilen bu Şeref Han'ın oğlu Emir Şemseddin, babasının yerine tahta çıktı. Şeref Han'ı katleden Osmanlı ordusu korkudan Bitlis'e girmedi. Daha doğrusu tahta çıkması gereken Ulame, böyle bir riski göze alamadı. Ordu ve beraberindeki Kürdistan Hükümdarları'nın kuvvetleri Van'a doğru hareket ettiler.(Bu tarihte Gevaştan ve Adılcevazdan başlayarak, Hakkari ve tüm o bölgeler İran Şahlığı'nın egemenliğinde idi.) 1535'te Osmanlı ve Kürdistan orduları İran'a ve Irak'a sefer yapmak üzere Kürdistan'da toplandığında, Bitlis Hakimi Emir Şemseddin, Osmanlı Sultanlığı'na bağlılığını bildirmek üzere İbrahim Paşa'nın karargahına gitti, ilgi gördü, hükümdarlığı onaylandı ve bu sefere kendisi de katılarak, daha sonra sefere katılan Sultan Süleyman'ın yanında aylarca kaldı ve Sultanın ilgisini gördü. Dönüşte ve Bitlis bölgesinde Osmanlı Ordusu karargahını kurup dinlenirken, Sadrazam İbrahim Paşa, Sultanın iradesi ile Bitlis'i saraya bırakıp Malatya ve Maraş vilayetlerini almalarını istedi. Emir Şemseddin teklifi kerhen kabul ederek, Bitlis'i terketti, ancak, Malatya'ya gitmedi. Bütün hızıyla Şah Tahmasp'a iltica etti. Emir Şemseddin İran'da öldü. Şah'ın maiyetinde bir çok bölgede valilik yaptı. "Hanlık" rütbesini Şah Tahmasp'tan aldı. Orda evlendi. Torun Şeref Han, orda doğdu, büyüdü, Şahın sarayında okudu, en iyi şekilde eğitildi, Şirvan'a, Geylan'a ve en sonunda Nehcivan'a hükümdarlık yaptı. "Hanlık" rütbesini aynı Şah'tan aldı ve 1579'da Osmanlı Sultanı III. Murad tarafından "baba ve atalarından miras kalan Bitlis Hükümdarlığı'nın yönetiminin başına geçmek üzere O'nu ülkesine çağırdı ve affetti." İran Sarayı'nda okuyup eğitim gören, önemli İran eyeletlerinde hükümdarlık yapan, okuyan, araştıran ve İran arşivlerini karıştıran Şeref Han, tarih biliminden başka bir çok dalda bilgin bir yöneticidir. Bunun için Şerefname'nin değeri büyüktür ve Kürtler için "Şerefname", bir onurdur, bir şereftir.

Çemişkezek hükümdarlığı ve Melkişiler

"-3 guruba ayrılan Melkişiler, Kürdistan'da, büyük ihtişamları vardır. Hizmetçilerinin, taraftarlarının ve kendilerine bağlı olanların çokluğuyla ün yapmışlardır. Onlar'dan 1000 kadar aile İran hükümdarlarına katıldıları gibi, bir grubu da Şah'ın muhafız subayları arasına katıldılar. Bunların bir kısmı eyaletlerde muhafız oldu. Ülkeleri ise genişlik ve önem bakımından uzak-yakın herkesçe; "Kürdistan" özel adıyla tanınır. Öyleki; Berat ve Emirnameler'de ve diğer sultanlık belgelerinde bu ad geçtiği zaman yalnız bu önemli vilayet anlaşılır. Ayrıca Kürtler arasında Kürdistan sözcüğü geçince, bundan yalnız Çemişkezek vilayeti kastedilir. Bu ülkenin 32 kale ve 16 nahiyesi vardır ve uzun zamandan beri Melkişiler'in egemenliği altındadır. Cengizhan, Timurleng, Şahruh ve Kara Yusuf dahil hiç bir kuvvet bu ülkeyi istila etme fırsatını bulamamıştır. Uzun Hasan döneminde kısa bir zaman Akkoyunlar'ın yönetiminde kaldı, ancak Melkişi Hükümdarı Emir Şeyh Hasan tarafından tekrar kurtarıldı ve bağımsızlığını elde etti.(Şerefname/M.E.Bozaslan s:189/201) Yine aynı sayfalardan Şeref Han'dan aktarıyorum: "-(...) Emir Şeyh Hasan, önce Allah'a tevekkül ederek, sonra da etrafında toplanmış olan ülkenin cesur ve kahraman Kürtlerine güvenerek, ülkesini gaspedenlere karşı ansızın harekete geçti ve onları ülkeden çıkardı.(...) O'nun yerine oğlu Sohrab geçti ve bir süre hüküm sürdü. O'nun da yerine en doğru yolda olan oğlu Hacı Rüstem Bey geçti. Bunun zamanında, ünlü İran hükümdarı Şah İsmail-i Safevi ortaya çıktı. Şah İsmail, Kızılbaş Beylerinden Nur Ali Halife'yi Çemişkezek vilayetini istila etmeye gönderdi. Hacı Rüstem Bey ise hemen ülkeyi çatışmasız ve savaşsız olarak Nur Ali Halife'ye teslim etti ve Şah İsmail Sarayı'na giderek kendisine itaatını ve boyun eğişini sundu. Şahlık tahtına varınca, Şah, değerli bir hil'atla kendisini taltif etti ve .../ .../ Çemişkezek Vilayeti yerine Irak'a bağlı bazı kesimlere yönetici tayin etti.." "-Nur Ali Halife ise doğru yoldan saptı ve Çemişkezek Vilayeti'nin halkını sıkıştırmaya, baskı altına almaya başladı, aşiret adamlarından ve Melkişi ailelerinin çocuklarından büyük bir topluluk öldürdü. Bu durum, küçük-büyük bütün ülke halkını ayaklanmaya, karışıklık ve döğüş ateşini alevlendirmeye itti. Halk her şeyden önce Irak ve İsfahan yöresinde bulunan Hacı Rüstem'e haber göndererek gelip ayaklanmanın başına geçmesini istedi. Şah İsmail ise o sırada Irak, Fars ve Azerbaycan ordularıyla birlikte Çaldıran'da Sultan Selim'le savaşmaya gidiyordu. Hacı Rüstem de bu sefer de Şah'ın maiyetinde bulunuyordu...." Şah İsmail, 23 Ağustos 1514'te Osmanlı Sultanına mağlup olunca, Hacı Rüstem Bey de Merend'e bağlı Yam denilen yerde Sultan Selim Han'a ulaşıyor ve O'na boyun eğiyor. Sultan'ın divanında Ferşah Bey isminde eski bir Akkoyunlu komutan vardır. Bu komutan Hacı Rüstem'i jurnal ediyor, Sultan Selim bu komutanın söylediklerinden dolayı hiddetleniyor ve Hacı Rüstem ile 40 adamının kafalarını vurduruyor. Şeref Han olayı şöyle özetliyor: "-1474 yılında Rum Hükümdarı Fatih Sultan Mehmet istila için Kemah Kalesi üzerine yürüyünce ve Uzun Hasan kendisiyle savaşıp fena bir yenilgiye uğrayınca kalenin yöneticisi burayı Sultan Mehmet Fatih'e teslim etmek istemiş, fakat Hacı Rüstem buna engel olmuş ve burayı uzun zaman tutmuş, sonunda Şah İsmail'e vermişti. Bayındırlı Ferşah Bey bu fırsattan yararlanarak bu meselenin detaylarını Sultanlık tahtına arzetti ve şöyle dedi: "Hacı Rüstem bey kaleyi büyük atanıza teslim etmekte ciddi bir gevşeklik gösterdi; oysa Şah İsmail'in adamlarına mücadelesiz ve çatışmasız olarak teslim etti." Bu mesele ceberrüt ve intikamcı Sultan'ın gönlünde kötü bir etki bıraktı; Hacı Rüstem Bey'i görür görmez, ceza ve intikam olarak derhal öldürülmesini emretti." Hacı Rüstem Bey'le birlikte oğulları ve torunları da katledilmişti. Ancak o gün orda olmayan ve Irak tarafında görevli bulunan Hacı Rüstem'in oğlu Pir Hüseyin Bey, bu olayı duyunca hemen Mısır Memlüklerin'e iltica etmek üzere Irak'ı terkediyor. O zaman Malatya vilayeti Mısır Memlükleri'ne bağlıdır. Referans almak için Çerkez sultanlarının valisi Mamey bey'e baş vuruyor. Mamey Bey çok akıllı ve tecrübelidir. O, komşu olmaları bakımından, Çemişkezek yöneticilerini haliyle tanıyor ve vatansız kalmış Kürdistan Prensi Pir Hüseyin Bey'e şu öğütü veriyor: "-(...) Ali Osman'ın kudreti, azameti ve diğer çağdaş sultanlar üzerindeki üstünlükleri, sürekli olarak artmakta ve devamlı gelişmektedir. Fatihlerinin ünü ve şanlarının yüceliğinin yankısı ufuklara yayılmıştır. Oysa Çerkez sultanlarının durumu, adalet ve insaf yolundan saptıkları için sürekli gerileme ve çökme içindedir; bu yüzden, devletlerinin kısa bir süre sonra ortadan kalkması ve ülkelerinin yabancıların eline geçmesi uzak ihtimal değildir. Bu nedenle senin için yararlı olan, hemen Rum tarafına hareket etmek ve Sultan Selim'in eşiğine sığınmaktır." Pir Hüseyin Bey, tecrübeli devlet adamı Memay Bey'in öğütlerine kulak vererek Amasya yolunu tutar. Sultan Selim Han, bu yiğit insanın cesaretine hayran kalıyor; O'nu takdir ve taltif ederek ülkesini ve babasından kalan hükümdarlık mirasını kendisine vererek Maraş Beyler Beyi'ne bir fermanla Pir Hüseyin beye yardım etmek için talimat veriyor. Pir Hüseyin bey, Osmanlı Beyler beyini ve ordusunu beklemeden hemen ülkesine giderek Melkişan Aşiretleri'ni toplayıp Nur Ali Halife'yi yenerek öldürüyor ve Çemişkezek'i düşmandan temizliyor. Bundan sonra Şeref Han şöyle diyor: "-Böylece Pir Hüseyin, cennet vatanını düşman dikenlerinden temizleme işini tamamladı; kendisi ülkenin tek hakimi ve bağımsız beyi haline geldi; onunla ne kimse çatışıyor ne de mücadele ediyordu. Tam 30 yıl ülkeyi yönettikten sonra Allah'ın rahmetine kavuştu, arkasında 16 erkek çocuk bıraktı." Şeref Han, Çemişkezek statüsünü "hükümdarlıkla" adlandırıyor. Hükümdarlar, aynı zaman da "Beylerbeyi" statüsündedirler. Zira birden fazla kaleye hükmediyorlar. Çemişkezek'de 32 kale vardır, bütün bu kalelerde Dizdarlar, muhafızlar ve kimi kalelerde beyler oturur, bu bakımdan "Beylerbeyi" olarak adlandırıyorlar. Osmanlı döneminde Hakkari, Mahmudi, Pinyanış, Cizre, Bitlis, Hezzo, Palo, Eğil, Genç ve İmadiye hükümet satatüsündedirler. Daha sonra Soran, Baban ve Erdelan gibi hükümet sayıları arttı. Fakat bu seviyede olan diğer Beylikler içinde, Çemişkezek başta gelir. Burada Çemişkezek, Kilis, Çepaxçûr, Hezro (Tercil), Hizan, Findik ve Gurgil hükümdarlıklarını sayabiliriz. Şeref Han, sadece Çemişkezek için değil, ayrıca Pertek ve Sakaman'ı da "hükümdarlık" ünvanı ile adlandırıyor. Şeref Han'a göre Pir Hüseyin Bey'in ölümünden sonra ülke 16 mirasçı kardeş arasında paylaşılıyor; 2 sancak 14 tımara bölünüyor, fakat 1597'de ki tesbitte bu sancak sayısının 3'e çıktığı görülüyor. Daha sonra bu sancak adedinin 4'e çıktığını biliyoruz ve bu 4 sancak; Çemişkezek, Pertek, Seqeman ve Mazgırt'tır. Osmanlı-Kürt İlişkileri ve Sömürgecilik kitapçığında M. Kalman (s. 15): Kürdistan'daki beylikler başlığında Çemişkezek, Mecingerd (Mazgırt), Pertek ve Sağmanı veriyor. Dr. Nuri Dersimli de dile getirdiği Pertek ve Sağman sancakları için; "Bu sancakların Kürt umerasının idaresinde" olduğunu vurguluyor. Benim özellikle yaptığım tesbit ve gözlemlerime göre; Osmanlı-Kürt andlaşmasından önce statüsü olan, beyleri ve yöneticileri Kürt olan ve bu statülere sahip çıkan yerler; gerçek sahiplerine verilmiş ve Kürt sancakları veya hükümetleri olarak kanunnamelere geçmiş; ancak sahibi ve beyi olmayan, Akkoyunlular'ın işgali sırasında tamamen işgalcilerin hakimiyetine geçen ve Şah İsmail'in ortaya çıkmasıyla o tarafa gönüllü geçen merkezler Osmanlıların tasarrufunda kalmışlardır. Buranın yöneticilerini saray tarafından atanır ve buralar birer Osmanlı merkezleri gibidirler. Yine de buralara Kürt ileri gelenlerden ve prenslerinden atamalar yapıldığını görüyoruz. Aslında bu konu iyice araştırılmalıdır. Martin Van Bruinessen, Pir Hüseyin döneminin çok iyi geçtiğini (1514-1544) ancak Çemişkezek topraklarının 16 kardeş arasında paylaşılması ve Sağman, Mecingera ile Pertek merkezli 3 sancağa bölünmesini hoş karşılamıyor. Hollandalı sosyolog önemli bir noktaya işaret etmiş; ancak; Osmanlı Sultanı daha 1535'ler de böyle bir icazet vererek, beylik topraklarının bölünmesini kolaylaştırmıştır. Kanuni Sultan Süleyman fermannamesinde aynen şöyle diyor: "-Bey öldüğünde, eyaleti kaldırmayıp bütün hududu ile Mülkname'yi Humayun uyarınca oğlu bir ise, O'na kalacak, eğer müteadit ise, istekleri üzerine kale ve yerleri, aralarında paylaşacaklardır. Uzlaşmazlarsa, Kürdistan beyleri nasıl münasip görürlerse öyle yapacaklar ve mülkiyet yoluyla bunlara ebediyete kadar ila ebeddevran mutaarrıf olacaklardır. Eğer Bey, varissiz, akrabasız ölmüş ise, o zaman eyaleti, hariçten ve yabancılardan hiç kimseye verilmiyecek, Kürdistan beyleri ile görüşülüp ve ittifak edilip, onlar bölgenin Beylerinden veya Beyzadelerinden her kimi uygun görürlerse, ona tevcih edilecektir." (Hükmi Şerif, Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, E. 11960 sayı-İstanbul) Kürt-Osmanlı Andlaşması'nın mimarı Mevlana İdris'tir. Bu anlaşmayı kabul eden ve gerekli bulan Yavuz Sultan Selim'dir. İkisi de 1520'de maalesef ölmüşlerdir. Sultan Selim, Mevlana İdris'e; "-Git Kürdistan beylerini ve emirlerini topla, kendi aralarında bir beylerbeyi seçsinler" demişti. Mevlana İdris ise, Kürt beylerini çok iyi tanıdığı için kestirmeden bir beylerbeyi Sultan'dan istemiş ve Bıyıklı Mehmet Paşa'yı tavsiye ederek bu işi noktalamış idi. Diyarbakırlı bir Kürt olan Bıyıklı Mehmed Paşa'da çok erken gitti ve bundan sonra "Kürdistan Eyaleti Başkenti'ne" Mekadonlu komutanlar gelmeye başladı. Kanuni Sultan Süleyman, bilerek veya bilmiyerek 1533-34'lerde, Bitlis'i Şeref Han'dan alıp, bir fermanla Ulame Tekelu'ya veriyor. Direnen Bitlis Beyi'nin üstüne, Diyarbekir Beylerbeyi ve kuvvetleri ile bütün Kürdistan beylerinin kuvvetlerini de katıyor ve Ulame'yi başkomutan olarak atıyor. Aynı Sultan, 1535'ler de Bağdat seferini yaptıktan sonra Kürtleri tanımaya başlıyor veya bunlarsız bir şey yapamıyacağını anlayarak, babasının Amasya'da imzaladığı anlaşmaya yukarda verdiğim arşiv numaralı "Hükm-i Şerif-i" yayınlıyor. Neticeye baktığımızda, Kürdistan hükümdarları, çoğunlukla topraklarını bölmemiş ve statülerini 1850'lere kadar getirmişlerdir. Örnek olarak; Hakkari, Bitlis, Cizre, İmadiye, Soran, Baban ve Mahmudi hükümdarlıklarını gösterebiliriz. Çemişkezek başta 2 sancak 14 Timar'dır. Daha sonra sancak adedi 4'e çıkıyor. Demek ki yöneticilerin kabiliyet ve diplomasi başarılarına göre, yine bu yönetimlerin birleştirilmesi mümkün oluyor. Çemişkezek'in 1597'den sonrasını bilemiyoruz. 4 sancağa bölünen ülke, belki de sonradan bir ittifakla birleşmiş veya kendi aralarında 4 sancağın başına bir Emir getirip birleşik sancaklar şeklinde örgütlenmiş de olabilirler. Erdal Gezik, "Alevi Kürtler" kitabında (s: 50), Çemişkezek ve bu bölgenin beyi Şah Hüseyin olduğunu ve 1860'ta Osmanlıların şiddetli tasfiye harekatına direndiğini, 1863'te öldükten sonra, Çemişkezek'in Osmanlılara geçtiğini kaydetmektedir. Şerefname Çemişkezek aşiretinin asılzadeler ve prenslerin aşireti olduğunu söylüyor. Şerefname 3. sayfanın 3. grubunda İran'ın Goran bölgesinde Çegni, Siyahmansur ve Zengine Beylikleri'ni sayarak, bu beyliklerin etrafındaki aşiretleri dile getirerek, Çemişkezek, Arapkırlu, Pazuki ve Hoy aşiretlerinin beyleri ve emirleri çıkardığını, asilzade ve prenslerin çoğu bu aşiretlerden meydana geldiğini söyler. Daha önce, Şeref Han, "Çemişkezeklilerden bir çok kişinin Şah'ın emrinde ve subayların arasında olduklarını ve bunlardan bir çok kişi kale muhafızlık görevlerinde olduklarını" kaydeder. Şevket Beysanoğlu da, "Koçhisar Savaşı'nda" Çemişkezek hükümdarı Pir Hüseyin beyin Kürdistan beyleri ve hükümdarları yanında Safevi komutan Karahan ordusuyla çarpıştığını kaydeder.(D.Bakır Tarihi-Cilt 2)

1000 Yıllık Çemişkezek Devleti

Sipan yayınınca yayınlanan ve kıymetli araştırmacı yazarlarımızdan sayın Abdullah Varlı tarafından yazılan (Diroka Dugelên Kurdan 600-1500) adlı eserden esinlenerek yukardaki başlığı attım. Sayın Varlı, bu kıymetli eserinde 64 tane Kürd devletini dile getirmiş ve Çemişkezek Kürt devletini, "Dugelê Çemişkezekiyan" başlığı altında 62 sırada vermiştir. Buna göre; Azerbaycan'dan Dersim yöresine akın eden bu hanedanlık; İslamiyet'in başlangıcında Ermenilerle ve Gürcülerle savaşarak bu yöreye hakim olmuş, kaleler ve şehirler kurmuş, Abbasilerin himayesinde kurumlaşarak bağımsızlıklarını elde etmişlerdir. Bir ara Konya Selçuklularıyla savaşarak sınırlarını muhafaza etmiş, Selçuklu Süleyman Şah tarafından bazı kaleleri alınmış; ancak Eyyubilerin ortaya çıkmasıyla tekrar bu kaleleri geri almışlardır. 1201'de Melik Muhammed Melkişi hükümdardır. Bu Melik'in döneminde Eyyubilerce Ahlat, Doğubeyazıd ve Eleşkirt fethedilmektedir. Melik Muhammed'in Eyyubiler yanında savaşa katılmasından dolayı Eleşkirt Çemişkezek topraklarına ilave ediliyor (dahil ediliyor). Gerek Şerefhan ve gerekse Abddulah Varlı'ya göre Çemişkezek toprakları çok geniştir. 32 kalesi ve 16 nahiyesiyle özgür ve bağımsız yaşamaktadır. Sayın Varlı, 1201'den 1514 Çaldıran Savaşı'na kadar 314 yıllık yöneticiler dönemlerini şu şekilde vermektedir: 1201'de Melik Muhammed (bundan önceki yönetici "Melik Şah Melkişi"dir), 1232'de Melik Mahmud, 1257'de Melik Hasan, 1292'de Melik Feramoz, 1332'de Melik Suhrab, 1357'de Melik Hasan Muhammed, 1391'deki Melik Feramoz Hasan, 1407'de Emir Şeyh Hasan, 1426'da Emir Pir Hüseyin, 1438'de Emir Şeyh Hasan, 1457'de Melik Suhrab ve 1477-1514'te Haci Rüstem Bey yönetimin başındalar. Varlı'nın tesbitine göre, Moğullar döneminde az zararla kurtarmışlar ve Timurleng döneminde Olcayto Hudabende ile Ebu-Suud Bahadır'la anlaşarak barış yoluyla ülkelerini yağma ve yıkımdan kurtarmışlardır. Daha sonra Akkoyunlular bölgeye hakim olmaya başlıyor; gerek Akkoyunlular ve gerekse Karakoyunluların kışkırtmasıyla Çemişkezek yönetiminde huzursuzluklar baş göstermeye başlıyor. Ülke, kardeşler arasında paylaşılarak parça pörçük oluyor, 1407-1426 Emir Şeyh Hasan döneminde baş gösteren bu acı olaylar çok kısa sürüyor; aileyi barıştarmak için İran'dan Erdebilli Sultan Hoca Ali, Çemişkezek'e gelip bunları barıştırıyor; "Sultan Eliyê Siyahpuş" denilen bu muhterem zat oradan Hacca giderken yolda vefat ediyor ve aile yine anlaşmayı bozarak biribirleriyle cebelleşiyorlar. Sonunda yönetim hakim oluyor ve ülkeleri dağılmadan birliği sağlanıyor. 1407'de Emir Şeyh Hasan hükümdardır 1426'da Emir Pir Hüseyin ve 1438'de yine başka bir Emir Şeyh Hasan hükümetin başındadır. Dikkat edilirse 1201'lerde Melikler, 1400'lerde Emirler, daha sonra Pirler, Şeyhler ve Hacılar ortaya çıkmıştır. Çemişkezek'in son hükümdarı 1863'te vefat eden Şah Hüseyin Bey'dir.(2) Bu durumda Çemişkezek'in yönetimleri ve ünvanları din, mezhep ve tarikat bazına göre şekillenmiş olduğu izlenimi ortaya çıkıyor. Sayın Varlı'ya göre, Fatih Sultan Mehmet 1456'da Trabzon fethinden dönerken Melkişi prenslerinden Şeyh Muhammed'e misafir oluyor ve o dönemde Çemişkezek yöneticilerle dost olmaya çalışıyor. Bu dönemde gerek Osmanlılar ve gerekse Akkoyunlular korkunç bir şekilde güçlenmişlerdir. Kürdistan'ın diğer yöre ve yönetimleri gibi, Çemişkezek'de Akkoyunluların despot talan ve yıkımlarıyla karşı karşıyadır. Acımasız komutanları Bijenoğlu Süleymanlar, Sofu Haliller ve diğerleri bütün güçleriyle Kürdistan kalelerini, şehirlerini ve köylerini yıkmaktadırlar. Hele Akkoyunlularla iyi geçinen ve onlara yakınlık duyan Kürdistan yönetimleri bu acımasız ve korkunç yıkımdan katmerli olarak nasiplerini olmaktadırlar. Bitlis hükümdarı Şeref Han, bu dönemi çeşitli vesilelerle vurgulamaktadır. Ama bu acımasız ve güçlü devlete karşı Kürtlerin direnişleri akıllara durgunluk getirecek düzeydedir.(3) 1450-1474 döneminde Akkoyunlu Sultanı Uzun Hasan'ın başkenti Diyarbakır'dan Tebriz'e nakledilmiş, Karakoyunlularla Şah Ruh'u ortadan kaldırarak, bütün İran'a, Azerbeycan, Ermenistan, Irak ve Arran'a hakim olmuştur, Kürdistan'da yönetiminin dışında kalan Cizre, Bitlis, Hakkari ve Çemişkezek gibi güçlü yönetimler de muhasaraya alınmış ve 1460'lı yıllarda tamamına hakim olmuşlardır. Osmanlılarsa, bütün Balkanlar'a Anadolu'ya, Trabzon'a hakimdirler. Bizans'ın başkenti İstanbul'da taht kurmuşlar ve bu Uzun Hasan denen güçlü sultanı 1470'lerde Erzincan'ın Tercan'ında yenmişlerdir. Savaş meydanından kaçan Uzun Hasan'ı takip etmekte tereddüt ederek, İran ve Kürdistan seferini başka bir mevsime erteleyerek İstanbul'a dönmüşlerdir. Sultan Fatih Mehmet, 1481'de bir "Doğu Seferi"ne çıkarken ve belkide 1473 Otlukbeli Savaşı'nda eksik kalan fütühatını tamamlamak isterken; Maltepe'de hastalandı, biraz daha yol aldı, ancak Gebze'nin Tekür Çayırı'ndan ileri gidemedi ve 3 Mayıs 1481'de 51 yaşında iken öldü. Sultan Fatih'in Kürtler ve Kürdistan ile ilgili ne düşündüğünü bilemeyiz. Ancak Otlukbeli'nde 1473'de Uzun Hasan'ı yenmesi Kürtler açısından çok faydalı olmuştur. Uzun Hasan yenilmeseydi, belki de Kürtlüğü dünya yüzünden siler süpürürdü. Şeref Han özelilkle bu konuda iddialarımı desteklemektedir.(4) 1457-1477'de Çemişkezek'i yöneten Melik Suhrab, ülkesini Akkoyunlulardan kurtarıyor. 1477'de yönetim Hacı Rüstem Bey'e geçiyor. Kürtler bu dönem de, genellikle Erdebilli Şey Cüneyt'e yaklaşıyorlar. Akrabalıklar kuruluyor ve Safevi Şeyhlerinin Kürtlükleri öne çıkarak "Mamo, Mamolar"la, yani "Amca"lık deyimi Kürt prensleri ile Safevi Şeyhleri arasında öne çıkıyor.(5) Çemişkezek'te Safevi Tarikatı kökleşiyor ve Hacı Rüstem Bey döneminde, 1490'da, Safevi Tarikatı Şeyhlerinden Nur Ali Halife Çemişkezek'te karargah kurup resmen irşada başlıyor. 1502'de hiç itiraz etmeden ve direnmeden ülkesinin bütün kalelerini, şehirlerini ve 32 kale anahtarını bu Şeyh Nur Ali Halife'ye teslim eden Hacı Rüstem Bey, her halde bu derin irşadın tesirinde almıştır. Şeref Han'a göre Hacı Rüstem çok önemli ve dirayetli bir önderdir. Varlı'ya göre Hacı Rüstem Bey 1483 yılında Hacca gitmiş, memleketini imar ve adalet bakımından çok ileri götürmüştür. Şah İsmail Maraş'ta Dulkadırları ortadan kaldırdıtan sonra Harputu da almış ve Çemişezek Hükümdarı Hacı Rüstem Bey'e (1502'de) haber göndererek; tüm ülke ve yönetim haklarını Nur Ali Halife'ye teslim ederek, İran'a gelip kendisine katılmasını buyurmuştur. Hacı Rüstem de Şah'ın buyruğuna karşı çıkmadan, yönetimini, ülkesini ve tüm haklarını Safevi Şeyh'ine bırakıp Şah'a katılmış ve Şah tarafından Sistan'a vali olarak görevlendirilmiştir. Hacı Rüstem Bey, Çaldıran Savaşı'nda Şah İsmail yanında Osmanlı ve diğer Kürt kuvvetlerine karşı savaşıyor.(6) Safevilerin mağlubiyeti ve Şah İsmail'in Meydan'ı Osmanlılara bırakıp kaçmasından sonra, Sultan Selim Tebriz'i teslim almaya gideren Merend civarında Sultan'a ulaşıp O'na boyun eğerek, ülke ve ünvanlarını Safevilerden geri alma için yardım ve af talebinde bulunuyor. Sultan'ın meclisinde bulunan eski bir Akkoyunlu komutan daha önce anlatıldığı gibi Hacı Rüstemi Padişah'a jurnallayarak O'nun ve yanındaki 40 adamının kafalarının uçurulmasına ve Sultan'ın gazabına gelmesine sebebiyet veriyor. Daha sonra Çemişkezek'te Osmanlı dönemi başlamıştır. Sayın Abdullah Varlı, Çemikezek tarihini Hacı Rüstem'e kadar getirmiş ve devamını hala yazılmayan veya basılmayan kitabının 2. cildine bırakmıştır. Osmanlı dönemini Şeref Han 1597'ye kadar işlemiştir. 1597'ye kadar bu yönetimi kayda alan Şerefname'den sonra belge bulmak gerçekten zordur. Bu zorluk sadece Çemişkezek'te değil, bütün Kürdistan yönetimlerinde vardır. Ancak bazı yöreler, yabancı seyahlar, din misyonerleri, tüccarlar ve diplomatların az çok tesbitleriyle biraz daha görmemize olanak sağlamıştır. Mevcut imkanlardan anladığımız kadarıyla, başta tek "Hükümdarlık" olan Çemişkezek, daha sonra 4 sancağa bölünmüştür. Şeref Han, bu sancakları "hükümdarlık" adıyla adlandırıyor. Yani 4 sancak, 4 hükümet durumunda görülüyor. Başta 2 sancak 14 timara bölünen ülke, daha sonra 4 sancakta toplanıyor. Erdal Gezik'in "Alevi Kürter" kitabından anladığım kadarıyla 1863'te Çemişkezek'in tek hakimi Şah Hüseyin Bey'dir. Bu tesbit doğru ise Çemişkezek ülkesi daha sonra birleşerek tek yönetime kavuşmuştur ve bu durum, Osmanlı-Kürt ilişkilerinde Sultan II. Mahmud'a kadar mümkündür. Saraya intikal eden bütün haklı ve "Amasya Andlaşmasına" göre geçerli talepler sarayca genellikle kabul ve ilgi görüyordu. Dr. Nuri rahmetli "Kürdistan Tarihinde Dersim" adlı yapıtında Çemişkezek'i sıradan bir ilçe olarak gösteriyor; Pertek Kalesi'nin resmini kitabına alıyor ve Pertek'le ilgili şu açıklamada bulunuyor: "-Yavuz Sultan Selim devrinde Molla İdrisê Bitlis'i idaresinde, Diyarbekir 19 sancak iken, bunların 10'u Türk idaresinde ve 9'u da resmen Kürt umerasının idaresi altında olarak Osmanlılara bağlı iken, bu 9 sancaktan birincisi Pertek ve ikincisi de sırası gelince kendisinden bahsedilecek Sağman idi." diyor.(7) Sayın Kemal Burkay; "Kürtler ve Kürdistan Tarihi" adlı çok kıymetli yapıtının 171. sayfasında şunları kaydediyor: "-Uzun Hasan, Kürdistan'a hakim olmak için Sünn-i-Şii çelişkisini ustaca kullandı. Örneğin Dersim yöresindeki Dinbilli Aşiretleri'ni Botan'dakilerle savaştırdı. Kendisi Sünni inancında olduğu halde nüfuzlu Safevi Şeyhi Güneyt Safevi ile Karakoyunlular'a karşı ittifak yaptı. Ve kızkardeşini bu Şeyh'e verdi. (...)Kürt beyleri arasındaki çelişkilerden faydalanarak onları biribirlerine karşı kullandı. Böylece Bitlis'i, Hakari'yi, Cizre'yi, Siirt'i ve bir dizi yeri ele geçirerek Kürt beylerini bir bir ezdi. Uzun Hasan'ın gözü daha ötelerde idi. Mısır'ı ve Osmanlı ülkesini ele geçirmeyi hedeflemişti. Ancak 1473 yılında Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet'le yaptığı Otlukbeli Savaşı, O'nun bu düşüncelerinin sonu oldu..." Erdal Gezik'in; "Alevi Kürtler" yapıtının 48. sayfasında şunları okuyoruz: "-Çemişkezekliler, Şah İsmail'den önceki tüm istilalara karşı başarılı bir şekilde ülkelerini savunmuşlardır. Şah İsmail Doğu Anadolu'yu eline geçirdiğinde, Çemişkezekliler O'na besledikleri dinsel sempatiden dolayı, bölgelerini sorunsuz bir şekilde O'nun halifelerinden Nur Ali'ye açtılar. Tıpkı diğer Kürt beyleri gibi, Hacı Rüstem Şah'a bağlılığını bildirmek için İran'a gidince, Şah İsmail Onu da ülkesinden uzaklaştırdı ve Irak'ta bir bölgeye yönetici olarak atadı.(Cool Nur Ali, bölge idaresini devraldıktan sonra baskıcı bir politika izledi. Uygulamalarının ilk kurbanları, Hacı Rüstem ailesi ve diğer aşiret reislerinden bir çok kişi oldu. Baskılara karşı bölge halkı kısa süre sonra ayaklanıp Hacı Rüstem'i geri istedi. Bu dönemde Hacı Rüstem, Çaldıran Savaşı'nda Şah İsmail'in birlikleri içindeydi. Yenilgiden sonra Rüstem, Selim'den affını istedi. Fakat o, Rüstem'i, Kemah Kalesi'ni kendisine karşı savunduğu (dedesi Fatih Sultan Mehmed'e karşı olacak-Kalecıwan) ama Şah İsmail'e direnç göstermeden açtığı için, kırk kişilik ailesiyle birlikte ölümle cezalandırdı. Rüstem'in oğlu Pir Hüseyin, kısa bir zaman sonra yeniden Selim'den af istediğinde, onun isteği kabul edildi. Hüseyin, bölge aşiretlerini örgütleyip, halen Safevi ordusunca işgal altında tutulan ülkesini Osmanlı askerleri gelmeden kurtardı. Hüseyin, Çemişkezek'i otuz yıl boyunca yönettikten sonra, oğluna devretti. Selim'in bu dönem boyunca; Çaldıran seferi öncesi ve sonrası daha çok İç ve Güney Anadolu Bölgesi'nde yaptığı Alevi katliamı ve sürgünleri, Dersim bölgesinde de uyguladığını belirten kaynak yoktur. Pir Hüseyin'in, Selim'in onayını alarak, kendi beyliğini Kızılbaş Safevilerden kurtarması, bölgenin savaş sonrasında bu türden uygulamalardan uzak tutulmasında etkili olmuştur. Ayrıca bir Kürt beyliği olarak, Çemişkezek Beyliği de, İdris-i Bitlisi'nin yaptığı anlaşma doğrultusunda, Diyarbekir eyaletine bağlı sancak statüsüyle resmi düzeyde bir özerklik kazanmıştı. Saraydan istenilen senbolik bağlılığı Çemişkezek beyleri gösterdikleri sürece, kendi içişlerine karışılmadı. Böylelikle, beylik sınırları içinde yaşayan Alevi aşiretler faaliyetlerini ayrıcalıklı konumları sayesinde sürdürebildiler. 16. yüzyıl ve sonrasında, Anadolu Alevileri'nde yenilgi sonrası görülen geri çekilme ve pasifleşmenin aksine, Dersimli Aleviler farklı bir gelişim gösterdi." diyor sayın Gezik ve 50. sayfada konumuzu yakından ilgilendiren şu satırları ekliyor: "- 19. yüzyılda, bölgedeki Mirler'in özel statülerine şiddetle son verilmesi, geç de olsa Dersim'de de kendisini gösterdi. Bölgenin beyi Şah Hüseyin'in, 1860'ların başında Osmanlının kendisini tamamen bağlı kılma çabalarına karşı direnci, yenilgiyle sonuçlandı. O'nun 1863'te ölümü, İstanbul'un istediği idareyi oluşturabilmesini olanaklı kılmadı. Şah Hüseyin sonrası Dersim içinde liderliğe oynayan ve Osmanlı idaresini tanımaya yanaşmayan birden fazla aşiret reisleri çıktı. Bunlar, İstanbul'a muhalefetleri kadar, kendi aralarındaki sürtüşmeleriyle de bölgenin hızla derin bir anarşiye sürüklenmesine sebep olacaklardı..." Burada bir noktaya işaret etmek istiyorum. Mirler'in Osmanlılardan önce kurulmuş, kurumlaşmış yönetimleri ister; "Emirlik", ister "Beylik" veya "Hükümet" düzeyinde olsun; o zamanın en geçerli düzen ve kurumlarıdırlar. Osmanlı öncesi de zaman zaman resmiyet kazanmışlardır. Çemişkezek misalinde de gördük ki hem Eyyubilerle ve hem de Tatarlarda Olcayto ve Ebu-suudlarla resmi kabul görmüş ve hele Abbasi Halifeliği'nin resmi ve mütefiki bir devlet konumundadırlar. Bu kurumların; "Tanzimat Fermanları, Nizam-i Cedid ve Meşrutiyet" gibi aldatıcı sloganlarla yıkılıp, onların yerine daha iyi ve geçerli bir düzenlemenin yapılmamasından dolayı, sadece Dersim'de değil, Kürdistan'ın her tarafından; "Aşiretler kargaşası" meydana geldi ve bu döneme Kürtler bir isim buldu: "Zemanê eşirtiyê". Türkçesi aşiretler dönemi Kürdistan'a sadece keşmekeşliği, anarşiyi ve çapulculuğu getirmedi; açlık, yokluk, çaresizlik ve en önemlisi kişiliğimizi ve hafızamızı yoketti. Şu anda bir Kürt yurtseveri olarak ulusal hafızamı zorlayarak; geçmişimizi kurcalıyor; unutulan, unutturulan Çemişkezek'i arıyorum. Çemişkezek hükümdarlığı Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim Han tarafından Amasya'da onaylandı, özel bir emirname ile Çemişkezek Vilayeti tüm kale ve nahiyeleriyle ve tüm irsi haklarıyla Hacı Rüstem Bey'in oğlu Pir Hüseyin'e verildi. Pir Hüseyin çok hızlı bir şekilde davranıp, Dersim aşiretlerini ve dağılmış bulunan askeri kuvvetlerini toplayıp Halife Nur Ali'nin işgaline son vererek ülkesini kurtardı ve yönetimin başına geçti. 1514'te Yavuz Selim, Çaldıran Savaşı'ndan dönerek Amasya'da ikamet etmiş ve kışlığını burada geçirmiş idi. Kürdistan beyleri ile burada ittifak andlaşmasını imzaladı. Bu andlaşma Pir Hüseyin Bey'e verilen onaydan öncesi veya sonrasında da olsa fiili olarak Çemişkezek 1514'te kurtuldu ve diğer Kürdistan statüleri Safevi komutanı Kara Han'ın 24 Mayıs 1516'da, bugün Kızıltepe dediğimiz Koçhisar veya eski ismiyle "Kosor" denen mevkide yenilmesi, Safevi ordusunun dağılması ve Osmanlı-Kürt kuvvetlerinin üstün gelmesi sonunda, diğer Kürdistan emir, hakim ve beyleri; Osmanlıların yardımlarına gerek duymadan kale ve şehirlerini Safevilerin işgalindan kurtardılar. Osmanlılar ta 1830'lardan başlayarak Kürdistan statülerini resmen tasfiye etmeye başladıkları ve en son 1847'de Bedir Han Paşa'nın yenilgisiyle bütün Kürdistan yönetimlerini ortadan kaldırdıkları halde; Şah Hüseyin'in Çemişkezek'in 1863'e ayak basması, bu bölgenin stratejik konumu ve buradaki aşiretlerin özgürlüklerine, bağlılıklarına ve yiğitliklerine bağlanması gerekir. Böylece Çemişkezek hükümdarlığı, sancağı veya sancakları, tam tamına 350 yıl dertsiz ve tasasız olarak; "Amasya Andlaşması'na göre" yaşadılar.(1514-1863)... Koçhisar Meydan Muharebesi'ni; "Diyarbakır Tarihi" adlı yapıtının 500-501 sayfalarında anlatan sayın Şevket Beysanoğlu, Çemişkezek Hakimi Pir Hüseyin Bey'in savaş düzeninde Mevlana İdris-i Bitlisi'nin sağında ve Kürdistan ümerasının yanında savaştığını kaydetmektedir. Sayın Beysanoğlu'nun bu konudaki anlatışını aynen alıyorum: "-(...) İdris-i Bitlisi, Yavuz Sultan Selim'e muharebeden bir müddet sonra gönderdiği uzun arzında (TKSA, E. 8333) Osmanlı Ordusu'nun bu cenahını teşkil eden kuvvetleri sayarken evvelce Hısn-ı Keyfa (Hasankeyf) hakimi olan Sultan Halil Eyyûbi'nin, Sason Hakimi Mıhemed Bey'in, Eğil Hakimi Kasım Bey'in, Bekir Bey Bohti'nin, Mehmed Bey Zeraki'nin, Şah Ali Bey Mirdasi'nin Nasır Bey Süleyman'ın, Emir Sarım'ın oğlu Kasım Bey'in kendisinin solunda, Bitlis Hakimi Şeref Bey'in, Hizan Hakimi Davut Bey'in, Şah Veled Bey Süleyman'ın, Atak Hakimi Ahmed Bey'in, Hizan Hakimi Davut Bey'in ve kardeşi İsfahan Bey'in, Çemişkezek Hakimi Emir Pir Hüseyin Bey'in sağında bulunduklarını, kendisinin bu iki kısım arasında irtibat temin etmekte olduğunu kaydetmiş..." diye Mevlana İdris'in Yavuz'a gönderdiği arznamesinden bu bilgileri aktarıyor. Kitabın 503. sayfasında, bu mektubun Türkçe tercümesinden ilginç bulduğum bir kaç satır da ben almak istiyorum. Mevlana İdris, arznamesinde, daha önce kendisini dinlemedikleri için Osmanlı ordusunun Safeviler tarafından hırpalandığını, ordu umerası, yani komutanları arasında tatsızlıklar olduğunu, bu yüzden bütün bunların üstesinden gelip bu komutanların arasını bulduğunu; tam bir birlik ve uyum sağladığını ve savaş planını yaparak, ordunun merkezine Yeniçeri ve Saray muhafızlarını yerleştirdiğini; ordunun sağ kanadına Anadolu askerleri ve Karaman Emirleri'ni yerleştirdiğini ve solunda da Kürdistan emir ve mülüklerini yerleştirdiğini vurgulamakta; yukarda saydığımız emir ve mülüklerini yerleştirdiğini vurgulamta; yukarda saydığmız emir ve mülüklerin isimlerini unvanlarıyla saymakta, bu mektupta tıpkı Osmanlı ordusundan, Anadolu askerlerinden ve Karaman Emirliği'den sözettiği gibi; Kürdistan ordularından, Kürdistan emir ve hakimlerinden sözetmektedir. İdris, savaş safında Kürtlerin yanında yer almıştır. "Kürtlerin birliği için tereddütlerinden de olsa" Kürdistan kuvvetlerini sağına ve soluna alarak diplomasi kabiliyeti gibi komutanlık maharetini de göstermiştir. Bu arznameyi her Kürdün okuması ve derin derin düşündükten sonra büyük diplomat ve bilim adamından özür dilemesi lazımdır. Gerçi bunları söylemenin yeri değildi, ancak benim gibi hiç bir rütbe ve makam peşinde olmayanların, gördükleri doğruları müsbet yöne aktarmaları gerekliliğine inanıyorum. Yoksa en azından 150 yıldır kafalarımıza şırınga edilmiş yanlışlardan hemen kurtulmamız olası değildir... Çok mahdut ve sınırlı imkanlarımla Çemişkezek'i IX. yüzyıldan alıp XIX. yüzyılın üçüncü çeyreğine, yani 1863'e kadar getirdim. Bu statü bir Kürt, bir Kürdistan kurumudur. 1000 yıldan fazla yaşamıştır. Kimine göre bağımsız bir devlettir. Şeref Han'a göre de, bağımsız yaşamış, kendi adına hutbe okumuş, bütün sultanlar ve krallarca kabul görmüş bir hükümdarlıktır. Sanki dünyadaki bütün halklar Osmanlı ve İran gibi imparatorluktu da sadece Kürdistan bu tip kurumlarla yetinmişti. Ortadoğu'da kimin kendi ulusu adına devleti var idi de Kürtler geri kalmıştı? Kendi coğrafyanda ve bellki bir sınırda kurumlaşmışsın. Tabanında aşiretler federasyonu başta olmak üzere, halkın, şehirlisi ve köylüsüyle herkes yer almış. Her tarafta bir düzen ve disiplin hakimdir. Din ve mezhep farkı gözetilmiyor. Gayri Müslimlerin ibadet, eğitim, çalışma ve gelişmeleri önünde hiç bir engel yoktur. Sadece asker olmuyor, savaşa katılmıyor ve idareci olmuyorlar. Sadece devletine veya hükümetine bir vergi karşılığında yıllar yılı ve belki 1000 yılı aşkın Kürdistan şehirlerinde ve en güzel köylerinde özgür yaşıyorlar. Gayri müslimlerin, Ermenisi, Süryanisi, Keldani ve Nasturisiyle hiç kuşkusuz Kürdistan'da ve Kürdistan mirlerinin hakimiyetinde tarihin en iyi dönemlerini yaşadılar. İslam olan Alevi ve Sünni taraflarla, İslam olmayan ama Kürtlüğün bir gerçeği olan Yezidilerin, aynı hakları ve aynı statüleri temsil ettikleri gerçeğini kimse inkar edemez. Sünni-Alevi, veya Sünni-Ezidi çatışmaları, vuruşmaları olmuştur, olacaktır ve her zaman çelişkilerin, çıkarların, kışkırtmaların var olduğunu, olacağını bilmekteyiz. Bugün de Sünni olan ve biribirleriyle çelişen aşiretler, hatta siyasetler arası çatışmalar, savaşlar revaçtadır. Tasvip etmediğimiz bu realite hepimizin gözü önünde cereyan ediyor ve tarafların hiç birisi; "ayranım ekşidir" demiyor, diyemiyor. Çemişkezek Aşireti asil bir aşirettir. Asilzadelerin, krallar, yöneticiler ve komutanların bu aşiretten çıktığını Şeref Han vurguluyor. Melkişiler; Melikleri çağrıştırıyor. Kürtler önderlerine; "pêşkêş" de diyorlar. Pêşkêş, öncü demektir. Melik olan bir kişiye kolaylıkla Melkişi, yani sorumlu veya hakim öncü manasında Melkişiler de demek mümkündür. Genellikle Kürdistan beyleri bölge aşiretlerinin dışından geldikleri halde, Mirlerin kadroları "Vekil-Melik", "Lala", "Emir", "Ağa", "Dizdar" gibi kimseler bu aşiret federasyonunun belli kollarından gelmektedir. Mesela Bitlis'te Bilbasi ve Kavalisi aşiret kolları hep önder ve yardımcı kadro yetiştirdiler. İdrisê Bedlisi bu aşiretlerden değildir, Bitlis bilgini Hüsameddin'in oğludur, Bitlis, her zaman çok iyi bilginler yetiştirmiştir, fakat bu bilginler, saray işlerine karışmazlar ve genellikle hükümdarların yardımcıları Bilbasi ve Kavalisiler'den seçilirdi. Bunun için Çemişkezek'te böyle bir kalburüstü aşiret olabilir. Genelde tarihle ilgilenen Kürt aydınlarının kafasında yer etmiş bir görüşde Eyyûbiler meselesidir. Güya Kürdistan Mirlikleri Eyyûbilerden sonra kurulmuş, daha önce böylesine oluşumlar ya hiç yokmuş veya tektük kenar da, köşede varmış. Eyyûbilerin, Kürtlerle ilgili bir eğitim ve medrese düzeni getirdiklerini, yüzyıla yakın uzun bir dönemde Kürdistan kurumlarıyla ilişki kurduğunu, bunları Selçuklular'dan kurtardığını veya koruduğunu, dayanışma ve birliktelikler kurduğunu ve Kürdistan'da iz bıraktıklarını biliyoruz. Bugün aklımızda olan, yukarda bir çoğunun isimleri geçen tüm Kürdistan kurumları içinde Farqin (Silvan) ve Hasankeyf'ten başka Eyyûbiler tarafından yeni baştan bir statünün kurumlaştığına hiç bir yerde rastlamadım. Silvan, Mervaniler'in başkenti olup, Selçuklulara daha sonra Aktukluoğullarına geçtiğini, hem burayı ve hem de Hasankeyf'i Eyyûbilerce geri alındığını biliyoruz. Ama statüler ve beyliklerin sadece Eyyûbilerin eserleri olduğunu söylemek, bence yanlıştır. Şeref Han, bu konuyu en iyi bir şekilde özetlemiş. Zenginlerin Bitlis'i daha önce aldıklarını ama 1180'lerde ve Bitlis 40 yıla aşkın bunların istilasında kaldıktan sonra, Sultan Selahaddin'in üstün gelmesi zenginlere hakim olmasıyla bu işgalcilerin yıldızlarının söndüğünü ve Roşkan Aşireti ayaklanarak ülkelerini bağımsızlığa kavuşturduklarını M. E. Bozaslan'ın Türkçeye çevirdiği Şerefname'nin 423. sayfalarında vurguluyor. Med İmparatorluğu kurulmadan evvel de, Kürt devletleri, Strapları, Mirlik ve Aşiret federasyon, konfederasyon ve örgütlü kurumları var idi ki, bu imparatorluk için herkesin söylediği "federasyonlar imparatorluğu" yakıştırması ortada dolaşıyor. Bir düzine devletleri bir araya getiren Medler, bu geleneği ondan sonra gelen Perslere, Partlara, Sasanilere ve İslama da miras bıraktı. Romalılar ve Bizanslılar'da yerli halktan yöneticiler atadılar veya bölgesel statüler kurarak, yaşatarak düzenlerini sürdürdüler. Medlerden sonra 640'larda İslamla tanıştığımız döneme kadar 1000 yıl geçmiştir. Bu bin yıllık uzun zaman birimi boyunca eğer Kürtlerin özerk kurumları olmasaydı veya en azından bir aşiret örgütü içinde kendilerini korumasaydı, acaba bu uzun dönemde Kürtlük diye bir şey kalır mıydı? Kürtler; 640'larda Roma-Bizans'ı ve Sasanileri çok kısa bir sürede yenen ve çok güçlü bir kuvvet olan İslam ordularına karşı Kürtlük adına ve kendi kadim din ve gelenekleri uğruna savaştılar, direndiler ve ülkelerini kurmaya çalıştılar. 750'lerde Eba Müslim-i Horesani gibi büyük komutan ve siyaset adamlarını ortaya çıkardılar. 750'lerde Emeviler'in son halifesi Mervan'ın anası Kürttür ve Cizre hükümdarı Mir Ahmed'in kızıdır. 750-755'lerde Eba Müslim-i Horesani'nin kısa bir dönem kurduğu; "Horesan Hakimliği"ni ölümsüz şairimiz Cigerxwin tarafından; "Kürt Devleti" diye niteliyor.(Bak: Kemal Burkay, Kürtler ve Kürdistan Tarihi, s: 122). Kürtler, 21. yüzyıla girdiğimiz bugünlere tesadüfen gelmediler. Bizi bu günlere kavuşturan sadece yüksek dağlar, derin vadiler ve bereketli topraklar değil, en önemli faktörlerin başında aşiret örgütleri, Straplar, Beylikler ve özerk kurumlaşmalardır. Varlığımızı muhafaza eden din, inanç ve mezhep faktörü de gereken rolü oynamıştır. Zerdüşilik nasıl ki bizleri Roma'nın Bizans'ın bin yıllık hakimiyeti karşısında korumuşsa, İslamiyet de Kürtlerin Sasani ve Bizanas despotluklarından kurtulmaları için büyük bir fırsat olmuş ve bizlere gerçekten yaramıştır. Kürtlerin Şafii mezhebini seçmeleri, onları bir arada tutmuş, gerek Osmanlı ve gerekse daha önceki Türkmen, Fas ve diğer yabancı işgalcilerden korumuştur. İslamiyet'ten sonra Kürt dilini ve geleneklerini ayakta tutan en büyük etken yüzyıllarca ayakta kalmaya direnen özerk statü ve küçük bulduğumuz, küçük düşürdüğümüz Mirliklerdir. Ve Mirlerin Kürdistan şehirlerinde baştan başa donattıkları medreseler ve okuma olanaklarıdır. O dönemde çağdaş sayılan ve zamanın üniversiteleri düzeyinde eğitim olanaklarına kavuşturulan külliyeler, medreseler ve okullarda okuyan Kürtler, seslerini ve saygınlıklarını bütün İslam memleketlerine duyurdular ve eğer bugün Müslüman ülkelerde Kürtlere karşı bir sempati emaresi varsa bu sayededir. Bana göre gerek Kadirilik ve gerek Nakşibendilik tarikatlarıda bu konuda katkı sunmuştur. Konuşmaları, vaizleri, zikir ve tüm ayinleri Kürtçe olan ve kendileri de Kürt olan bu müesseselerin bize zarar verdiklerine inanamıyorum. Konumuzu yakından ilgilendiren ve Dr. Naci Kutlay'ın İslami Bakış Dergisi'nin 4/14 sayı ve sayfasından okuduğum bir alıntıyı aktarayım: "- Hollandalı Martin Van Bruniessen, Hammer'den alıntı yaparak, İdris-i Bitlisi'nin oğlu Ebu Fazıl'ın, babasının Heşt-behişt kitabına yazdığı; 'zeyl' yani 'ek'ten bir bölüm aktarır; 'Dimdik ve sarsılmaz bir şekilde, gerçek Sünni ve dağ insanı olan Kürtler, mezhep ve topraklarını savunmuşlardır. 14 yıl boyunca onları fetheden Farslarla savaş içindeydiler..." Dr. Naci Bey, satır aralarında Martin'in değindiği bir konuyu araştırmaya değer buluyor ve dikkatimizi çekiyor: '- Şiiliği seçen Kürtler neden Türkleşme ve Farslaşma eğilimi taşıdılar?' Şafii Kürtler; 'Kürtlüğü' daha uzun süre sürdürdüler..." Sonuç olarak Çemişkezek hükümdarlığı ülkesini korumuş, statüsünü yüzyıllarca muhafaza etmiş, dilini, örf ve adetlerini, inanç ve geleneklerini ve Kürtlüğünü bu günlere getirmiştir. Belki mezhep farklılığından dolayı Sünni Kürt bölgeleriyle fazla ilişki kurmamış; ama tarih boyunca tek başına ve kapalı bir topluluk olarak da yaşamamıştır. Eyyûbilerle birlik olan, Kürtlerin Osmanlılarla ittifakında yer alan, Amasya şartlarına diğer Kürt statüleriyle beraber riayet eden, savaşlara katılan ve bu düzenlemeyi 1863'lere kadar getiren bir toplum. Koçgiri'de ve 1930'lardaki Dersim hareketlerinde Kürtlüğün, Kürdistanlılığın ağır bastığını ve en az Sünni Kürt önderlikleri kadar Kürt olduklarını gördük, okuduk. Bunun için herhangi bir endişem yoktur. Ancak dünümüzü öğrenirsek, bugünümüzü daha iyi anlar ve yarınlar gerçekten bizim olur.

(1) Şerefnamenin bu faslında Şah Tahmasp'ın Fermannamesi'nin tam metni var.
(2) Erdal Gezik, Alevi Kürtler.
(3) Bak, Nûbıhar sayı: 84, Gulan-Tebax 2000, sayfa: 22, Kalecıwan; "Peyayê Hıkımdariya Roşkan, Mıhemed Axayê Kelhoki" başlıklı makalede Akkoyunlu despotluğu iyice işlenmiştir.
(4) Şeref Han, Roşkanlıları anlatırken bu konuyu işlemiştir.
(5) Şerefname, Hakari Hükümdarlığı faslında, Şenbo hanedanlığını dile getiriren, Şah İsmail'in Bura yöneticisine "amca" lakabıyla hitap ettiğini ve kendisine saygı duyduğunu vurgular.
(6) Çeşitli kaynaklar, Çaldıran Savaşı'nda 14 ile 16 Kürt beyi kuvvetlerinin Osmanlılar yanında yer aldıklarını kaydetmektedirler.
(7) Nuri Dersimi rahmetli yazdığı; "Kürdistan Tarihinde Dersim" adlı yapıtının 142. sayfasında kayda değer bulduğum şu tesbitlerini almıştır: "-Umraniye'deki savaş durumu ciddi tedbirler alınmasını gerektirdiğini Dersim, Erzincan ve Malatya aşiretlerine bildirildi. Bunlardan imdat istendi. Hal bu iken mevsim kış olduğundan, acil bir imdadın yetişmesine imkan olmadığı anlaşılıyordu; Antep ve Urfa'ya kadar yetişmiş olan Fransızlardan yardım istemek düşünüldü, fakat Kürt gençliği bu ecnebi kuvvetten yardım istemenin Kürt şerefine bir zül sayarak bu teklifi reddetti ve yalnız başımıza savaşma kararı oy birliğiyle alındı."
(Cool Hacı Rüstem Bey; 1502'de İran'a bağlılığını bildirmek için gitmiyor. Şah İsmail'in maiyetine giriyor. Diğer Kürt beyleri, Şah ile ittifak etmek ve Şahlığa bağlı özerk kalmak için gitmişlerdi.

www.kurds.dk/turkce/2000/haber11.html+K%C3%BCrdistan+Meliki+ne+demek&cd=8&hl=de&ct=clnk&gl=de" target="_blank" rel="nofollow">http://209.85.129.132/search?q=cache:x2zDOpsWA_YJ:www.kurds.dk/turkce/2000/haber11.html+K%C3%BCrdistan+Meliki+ne+demek&cd=8&hl=de&ct=clnk&gl=de
Back to top Go down
https://serxwebun.forumieren.com
 
Şerefname ve Çemişkezek Hükümdarlığı
Back to top 
Page 1 of 1

Permissions in this forum:You cannot reply to topics in this forum
 :: Bixêr û bi Ehla! * Welcome! * Hos Geldiniz! :: Mêjû a Kurdistan | Kürdistan Tarihi-
Jump to: