Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
HomeHome  Latest imagesLatest images  SearchSearch  RegisterRegister  Log in  
Kürd Ulusu'nun Çıkarları; Her Türlü Parti, Kurum, Kuruluş, Örgüt ve Kişilerin Çıkarlarının Üstünde ve Ötesindedir. Her Şey Kürdistan İçin!

 

 'Aleviliğin Doğuşu'

Go down 
AuthorMessage
Admin

Admin


Mesaj Sayısı : 131
Kayıt tarihi : 2010-01-12

'Aleviliğin Doğuşu' Empty
PostSubject: 'Aleviliğin Doğuşu'   'Aleviliğin Doğuşu' Empty07.07.19 22:43

'Aleviliğin Doğuşu'


Kürdleri Türklüğe asimile etmek, Alevileri Müslümanlığa asimile etmek, İttihat ve Terakki’nin, daha sonra da Cumhuriyet’in çok önemli bir politikası oluyor. İttihat ve Terakki’nin, Aleviliği Türk dini olarak dile getiren bir politikası da vardı. Cumhuriyet’ten sonra, bazı Türkçüler bu politikaya da sık sık atıf yaptılar.


İsmail Beşikci


12.09.2018, Çar | 09:58

Aleviliğin Doğuşu, Rıza Yıldırım’ın Doktora Tezi. ABD’de hazırlanmış. 2008 yılında kabul edilmiş… Rıza Yıldırım, Bilkent Üniversitesi Tarih Bölümü’nde öğretim üyesi…

Kitabın tam adı şöyle: Aleviliğin Doğuşu, Kızılbaş Sufiliğinin Toplumsal ve Siyasal Temelleri 1300-1501, Çev. Barış Yıldırım, İletişim, 2017

Bu kitapla ilgili olarak bazı düşüncelerimi dile getirmek istiyorum. Kitabı adı, ‘Aleviliğin Doğuşu’ değil, ‘Şii İslam’ın İran’da Kurumlaşması’ veya, İran’da Şii İslam’ın Devletleşmesi’ olmalıydı.

‘Şeyh Cüneyd’ (1447-1460) deniyor. ‘Şeyh Haydar’ (1460-1488) deniyor. Ama Şeyh İsmail denmiyor, ‘Şah İsmail’ deniyor (1487-1524) deniyor. Çünkü Şah İsmail ile birlikte, Şii İslam, İran’da devletleşmiştir. (1501) Şah İsmail, hem Oniki İmamcılardaki veya Caferiler’deki Onikinci İmam yani Mehdi’dir, hem de Sasani devlet anlayışına göre, Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisidir.

Bu kitabın, Önsöz’den sonra ilk cümlesi, ‘Bu çalışma, Kızılbaş Aleviliğin doğuşunu incelemektedir.’ şeklindedir. (s.23) Bu çalışma Aleviliğin doğuşunu incelemiyor, Şii İslam’ın İran’da kurumlaşmasını veya devletleşmesini inceliyor. Şii İslam’a Alevilik demek çok yanlıştır. Çünkü Alevilik, İslam’dan çok önce doğup gelişmiş bir dindir, inançtır. Bu konuyla ilgili pek çok yazı yazıldı. Örneğin Mehmet Bayrak hocanın çalışmaları… Örneğin, Kürdoloji Belgeleri’nin ikinci cildinde bu konuyla ilgili çok değerli yazılar var…

Alevîyyûn, Aleviyye

Sünni din adamları, Sünni İslam dışında kalan İslamları Alevîyyûn (Aleviler) adı altında toplamaktadır. Aleviliğe (Aleviyye) böyle bir anlam vermektedir. Bu çerçevede, Zeydiler, Oniki İmamcılar, (İsna ‘Aşşari) İsmaililer, Nusayriler yani Şii İslam, Alevilik kavramıyla ifade edilmektedir. Ali taraftarları, Ehlibeyt taraftarları, Ali’yi sevenler anlamına gelmektedir.

Örneğin, Suriye’de Şii bir kesim, Şiiliğin Nusayri olan bir kesimi yaşamasına rağmen, onlara, Arap Aleviler denmektedir. Hakan Mertcan’ın, Türk Modernleşmesinde Arap AlevilerTarih, Kimlik, Siyaset (Karahan Yayınevi, Adana 2013) çalışması bu bakımdan dikkate değer. Bu da doktora tezidir. Türkiye’de hazırlanmış ve kabul edilmiştir.

                  ***
Osmanlı döneminde, İttihat ve Terakki’ye kadar Alevi kavramının kullanıldığını sanmıyorum. 1510 yılından itibaren Kızılbaş kavramı kullanılıyor. Alevi kavramı kanımca İttihat ve Terakki’de kullanılmaya başlanıyor. İttihat ve Terakki’de ve Cumhuriyet’te her iki kavram da kullanılıyor.

Kürdleri Türklüğe asimile etmek, Alevileri Müslümanlığa asimile etmek, İttihat ve Terakki’nin, daha sonra da Cumhuriyet’in çok önemli bir politikası oluyor. İttihat ve Terakki’nin, Aleviliği Türk dini olarak dile getiren bir politikası da vardı. Cumhuriyet’ten sonra, bazı Türkçüler bu politikaya da sık sık atıf yaptılar. İttihat ve Terakki Türkçü bir partiydi ama, Türkçülüğün en önemli dayanağı da Müslümanlıktı.

İttihat ve Terakki de Aleviliği, Ali taraftarları, Ehlibeyt taraftarları, Ali’yi sevenler olarak algılıyordu. Bu kesime, Alevi adı, bu çerçevede verilmiş bir addır. Yani, Dördüncü Halife, Birinci İmam Ali’ye izafeten verilmiştir. Aleviliği, doğa dini olarak anlayan kesim için de Alevi adı kullanılmaktadır. Buradaki Alevi adı kanımca ateşle, alevle ilişkilendirilebilir.

Roşan Lezgin, aşağıda söz edeceğimiz kitabında, Alevi adının Türkler tarafından kullanıldığını, Kürdlere de Türklerden geçtiğini vurgulamaktadır. Sünni Arapların da birinci İmam Ali’ye izafeten bu adı kullandıkları açıktır…

              ***

Yazar Rıza Yıldırım, çalışmasında, Alevilik nedir, şeklinde bir soru soruyor. (s.18) ama bu soruya tatmin edici bir cevap da vermiyor.

Alevilik, her şeyden önce bir doğa dinidir. İnsanı yaşamın merkezine koyan, insanı, doğanın bir parçası kabul eden, doğayı, örneğin, dağları, suları, hayvanları, ağaçları vs. kutsal sayan bir dindir, inançtır. Elbette bir dindir. Çünkü, ibadet kurumu var (Cemevleri), cemaati var (Aleviler) ibadetin bazı oluşmuş kuralları var (Semah vs.) Ama Rıza Yıldırım, bunlara hiç değinmiyor. ‘Şii ya da Alevi’ diyerek (s. 183, 217, 219) Aleviliğin, Şiilik olduğunu belirtiyor.

Bilim yöntemi açısından bu tutumun büyük bir sakınca oluşturduğu acıktır. Olgularınız yanlışsa, bunun üzerine kurduğunuz bütün önermeler yanlış olacaktır. Alevileri Şii olarak algılamakla siz daha başta bir yanlışla başlıyorsunuz. Aleviliğin Şiilik olmadığı, Aleviliğin, ayrı bir din, inanç olduğu iki kere iki dört kadar açık bir durumdur. İki kere ikinin beş olduğunu beş kişi söylese de yanlış on kişi veya daha fazlası söylese de yanlış. İki kere ikinin beş olduğunu profesör unvanlı beş akademisyen söylese de yanlış, on akademisyen söylese de yanlış…

Aleviliği, Şiilikten ayıran temel özellikler çok sayıldı. Alevilikte, Semah olarak bilinen bir ibadet kurumunun olması, tek kadınla evlilik olması şüphesiz çok önemli iki özelliktir. Alevilikte Cennet-Cehennen diye bir inanışın olmaması yine çok önemlidir.

Gerek Sünni İslam’da, gerek Şii İslam’da çok kadınla evlilik esastır. Gerek Sünni İslam’da, gerek Şii İslam’da Semah benzeri bir kurum yoktur. Semah, kadını toplumda görünür kılan, erkekle eşit kılan bir kurumdur. Alevilikte, namaz, oruç Cami vs. yoktur. Gerek Sünni İslam’da, gerek Şii İslam’da, namaz, oruç … vardır. İçki yasaktır. Cami çok önemli bir kurumdur. Gerek Sünni islam’da gerek Şii İslam’da Cami ayrı bir kurumdur. Alevi ibadet yeri ise Cemevi’dir. Toplumda, her ev, Cemevi olabilir. Yeterli temizlik yapıldığı zaman ahır bile Cemevi olabilir. Alevilikte, Ezidilik’te, Ehl-i hak’ta, (Yaresan), Kakailik’te içki serbesttir.

Dördüncü Halife, Birinci İmam Ali, bugün Alevilerin çok sevdiği, saydığı, adını sık sık tekrarladığı bir kimliktir. Peki, Hz. Ali Semah yapıyor muydu? Ali Tek kadınla mı evlenmişti?

1990’ların ortalarında, Tansu Çiller’in Başbakanlığı döneminde, İran’dan gelen bir heyet, Türk yöneticilerine, Türkiye’de yaşayan Alevileri kastederek, ‘Ya siz Sünnileştirin, bırakın, ya biz Şiileştirelim’ demişti. Ali Yıldırım, 21 Ocak 2011’de Aleviyol Dergisinde, bu görüşmeleri ve Türk yönetiminin bu konuda hazırladığı gizli Alevi raporunu açıklamıştı

Zülfikar…

Rıza Yıldırım’ın kitabının kapağında, Zülfikar’ı gösteren bir resim var. Bu gerçek Alevi inancına çok zıt bir durumdur. Çünkü Zülfikar adam öldürmeyi temsil eder. Şöyle rivayet edilir: Ali Zülfikar’ı uzattığı zaman 40 kişi birden öldürüyormuş… Adam öldürmek ise, Alevi inancında hiç kabul edilmeyen bir durumdur. Adam öldürenin düşkün sayıldığı, toplum dışına itildiği biliniyor.

Bugün Dersim’de, pek çok evde, derneklerde, dergahlarda, kapıda, duvarlarda vs. Zülfikar resmine rastlanmaktadır. Aynı zamanda, Oniki İmamların resmine de rastlanmaktadır. Munzur Çem’in aşağıda adını vereceğimiz kitabında bu durum ayrıntılı bir şekilde anlatılmaktadır. Bunları eleştirel yazılar olduğunu da belirtmek gerekir. Ama Dersim’de, 1937-1938 de soykırımda yok edilmiş yiğitlerin resmine, babalarından önce idam edilmiş çocukların resmine, çocuklarının idamını seyretmeleri zorunlu tutulmuş babaların resmine hiçbir yerde rastlanmamaktadır. Bu, Dersim’in, Alevilikten kopup Şiiliğe asimile olduğunu göstermektedir. Dersim’de, Munzur Baba, Düzgün Baba, Sülbüs Baba inancı da var, bu çerçevede dile getirilen ritüeller de var ama, Şiiliğe asimilasyon da var. Kanımca ikincisi daha baskın. Özellikle 1979, İran İslam Devrimi’nden sonra bu durum daha yoğun bir şekilde gelişiyor…

Burada, şu tarihsel çelişkiyi de vurgulamak gerekir. 680’de, Kerbela’da, Sünni Müslümanlarca katledilen Ali taraftarları, yani Peygamber’in torunları 72 kişidir. Katliamda iki kişi kurtulmuştur. İmam Hüseyin’in oğlu Zeynel Abidin ve kızkardeşi Zeynep. 1937-1938 de, Dersim’de katledilenler ise belki 72 bin kişidir. Buna rağmen Dersim kendi ataları için değil, Hasan-Hüseyin için ağlamaktadır… Kerbela’nın yasını gütmektedir…

Dersim, ayrıca, kendi atalarının Kürdlüğünden da rahatsızdır. ‘Horasan’dan geldik…’ diyerek kökenlerinde Türklük aramaktadır. Dersim, 16. Yüzyılın ilk çeyreğinde, yani Çaldıran Savası’ndan önce ve sonra Safevi toprağıdır. Safeviler, Şah İsmail (1487-1524) Şah Tahmasb (1524-1576) ve Şah Abbas (1588-1624) dönemlerinde, İran’a yapılan Özbek ve Türkmen akınlarını durdurmak için, Dersim’den binlerce Kürd Kızılbaş aileyi Horasan’a sürmüştür. Bu akınları durdurmak için, sınırda, bu Kürd Kızılbaş ailelerden bir set oluşturmaya çalışmıştır.  1639 Kasr-ı Şirin’den sonraysa, Dersim, Osmanlı denetimine geçince, bu Kürdlerden önemli bir kısmı tekrar Dersim’e dönmüştür. ‘Horasan’dan geldik…’ söyleminin aslı budur. Bunun ötesinde Horasan, tarihsel Kürd yerleşim alanlarından biridir. Mehmet Bayrak hocanın, bu konuyla ilgili çok değerli çalışmaları, açıklamaları varÖrneğin, ‘Kürt ve Alevi Tarihinde Horasan, Tarih, Etnoloji, Müzik, Edebiyat (Özge, Ankara, 2013) çalışması… Ayrıca bk. Acılı Coğrafyanın Kederli Çocukları, Ezidîler, (Asırlık Gravür, Fotoğraf ve kartpostallarla, Ezidî Kürtlerin Görsel Tarihi) Ankara, Mayıs 2015

                             ***

Şiilik, Araplardaki bir iktidar kavgasıdır. Dersim’i, Kürdleri neden bu kadar yoğun bir şekilde etkiliyor? Dersim neden bu kadar kendi köklerinden kopmuş, savrulmuş… Bütün bunlara rağmen şunu da izliyoruz. Dersim Dernekler Federasyonu (DEDEF) olarak bilinen bir kurum var. Bu kurum her yıl, Munzur Kültür ve Doğa Festivali düzenliyor. Bu yıl bu festival valilik tarafından yasaklandı. Bu festival, Dersim’in kendi kökleriyle buluşma çabası içinde olduğunu gösteriyor… Erdal Yıldırım’ın 18 Temmuz 2018 de, internette yer alan Jar u Diyar Dersim ( Ziyaretler Ülkesi )yazısı bu bakımdan dikkat çekmektedir…

                          ***

Kanımca, Aleviliği Şiilik olarak algılamak, yani Müslümanlık olarak algılamak, bilinçli bir seçimdir, resmi ideolojiye uyarlı bir seçimdir. Çünkü, resmi ideoloji, devlet, Aleviliği Müslümanlık olarak algılıyor. Alevileri Müslümanlığa asimile etmek için yoğun bir çaba harcıyor. Devlet, Alevileri Sünni-Hanefi yapmak için çok çaba sarfetti. Bir kısım Alevilerde bunu başardığı söylenebilir. Ama önemli bir kısmının da Şii İslam’a asimile olduğu önemli bir gerçekliktir. Aleviliği, Şiilik kabul eden bu tutumun, bilimin ve siyasetin kavramlarıyla eleştirisi önemlidir.

Resmi ideolojinin herhangi bir ideoloji olmadığını, devletin idari ve cezai yaptırımlarıyla korunan ve kollanan bir ideoloji olduğunu vurgulamak gerekir. Resmi ideolojiyi benimsemediğiniz zaman, resmi ideolojinin gereklerine uygun tavır ve davranış sergilemediğiniz zaman birtakım idari ve cezai yaptırımlarla karşılaşmanız olasıdır. İşte, bütün bunlara rağmen resmi ideolojinin bilimin ve siyasetin kavramlarıyla eleştirilmesi vazgeçilmez olmalıdır

Ehl-i hak, (Yaresan) Kakailer, Ezidiler, Aleviler

İran’da Ehl-i Hak, (Yaresan), Irak’ta Kakailer olarak adlandırılan dinsel gruplar var. Bu gruplar, etnik bakımdan elbette Kürd…Bu gruplar, gerek Rojhilat’da, gerek Başur’da, Hewraman olarak bilinen çoğrafyada yaşıyorlar. Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması, paylaşılması döneminde Hewraman da ikiye bölünmüş… Ezidi Kürdler ve Alevilerle birlikte bu gruplar, ulu bir ağacın üç dalı gibidir. Serencam Ehl-i haklar’ın, Kakailer’in önemli bir kitabıdır.

                         ***

Burada, Murad Ciwan’ın, Çaldıran Savaşı’nda, Osmanlılar, Safeviler ve Kürtler, (İlk Kürt-Osmanlı İttifakı (1514) (Avesta, 2015) çalışmasından söz etmek gerektiğini duyuyorum. Bu Çalışmada Murad Ciwan, Şeyh Haydar’ın, askerlerini, düşman askerlerinden ayırmak için, 12 dilimli kırmızı bir başlık giydirdiğini, Kızılbaşlık vurgusunun burada geldiğini belirtmektedir. (s.100)

Halbuki, Soreser (Kızılbaş) Ezidi Kürdlerde de vardır. Ehl-i Hak’da (Yaresan) ve Kakailerde de vardır. Zerdüştilerde de vardı. Müslümanlıktan önceki bu dönemler incelendiği zaman bu durum görülebilmektedir.

                           ***

Safeviler’in etnik kökeni de incelenmesi gereken bir konudur. Ailenin atası Şeyh Şafi’nin yani Şeyh Safieddin’ın Sünni bir Kürd olduğu vurgulanmaktadır. Aslında, Şeyh Şafi’nin atası Firuzşah’ın da Ezidi bir Kürd olduğu dile getirilmektedir. (Rıza Yıldırım, s. 149 vd. Murad Ciwan s. 62 vd. )

Ezidilik’ten Sünni Müslümanlığa geçiş, Sünni Müslümanlıktan Şii Müslümanlığa geçiş incelenmesi gereken çok önemli bir süreçtir. Şii Müslümanlıkla birlikte gelişen Türkleşme olayı da ayrıca incelenmesi gereken bir durumdur. Rıza Yıldırım’ın, çalışmasında, Alevilik konusunun Kürd yönüne hiç değinmemesi dikkate değer bir konudur.

Bir Kürd ailenin, daha sonra da Safevilerin Türkleşmesi ile ilgili olarak, Roşan Lezgin’in, ‘Toplumsal Kürt Gruplarından Zazalar, Köken,Coğrafya, Din, Dil, Edebiyat (Roşna, Diyarbakır, 2016) kitabında önemli bilgiler var. (s. 29-30)

Munzur Çem, Hewraman’a Yolculuk yazısında, pir, bava, sey, hu gibi sıfatların Hewraman’da ve Dersim’de ortak olarak kullanıldığını dile getirmektedir. Hewraman ve Dersim arasındaki güçlü bağa işaret etmektedir. Hewraman’a Yolculuk yazısı, Munzur Çem’in, Hewraman Dersim Sırrı kitabında yer almaktadır. (İBV Yayının, İstanbul, Temmuz 2017, s.96

11.Yüzyılda, Müslümanların çok ağır baskıları yüzünden, Hewraman’dan büyük bir grubun oradan ayılıp Kuzeye doğru hareket ettiğinden, Dersime yerleştiğinden söz edilmektedir. Bugün Hewraman’da ibadet sırasında, toplumda, saygın kabul edile on kadar kişinin adı sayılmakta, onlar için dua edilmektedir. Bu kişiler arasında, Dersimli Sey Rıza’nın adı da sayılmaktadır.

Sık sık gündeme gelen Müslümanlaştırma, Sünnileştirme veya Şiileştirme süreçleri sırasında, bu baskıları yaşamamak için, halkın yeraltına indiği veya yaşamda bazı değişiklikler yaptığı da görülmektedir. Bu değişikliklerin zamanla Ehl-i hak (Yaresan), Kakai, Ezidi ve Alevi imancında bazı bozulmalar ortaya çıkardığı da dikkatlerden uzak değildir.

Bugün de gerek Rojhilad’da gerek Başur’da, Hewraman bölgesinde, Ehl-i hak’lara, Kakailer’e Sünni Müslümanlar ve Şii Müslümanlar tarafından çok ağır baskılar yapıldığı görülmektedir. Bölgede her iki tarafta da Ehl-i hak ve Kakai kurumları, dergahları tahrip edilmekte, bölge, Sünni Müslümanların Şii Mülümanların tekkeleriyle doldurulmaktadır. İŞİD bölge devletleri tarafından Kürdleri baskılamak, etkisiz bırakmak için oluşturulmuş bir beladır. İran’ın denetimindeki Haşdi Şabi de öyledir.

Bir ay kadar önce, İranlı Şii din adamları, ‘Ehl-i haklar’ın (Yaresan) hazırladığı yemeği yemeyin’, ‘Bir ekmeğe Ehl-i hakllar’dan herhangi bir kişinin ele değerse, o ekmeği yemek haramdır. O ekmeği yiyen de kafir olur…’ şeklinde fetva verdiler… Benzer açıklamalar, Türkiye’de Aleviler için, Ezidîler için,Irak’ta Ezidîler için de yapılıyordu…

 Saffetü’s Safa           
                 
Saffetü’Safa Safeviliğin tarihini anlatan bir kitaptır. (Rıza Yıldırım, s. 144 vd. Murad Ciwan s. 62 vd.) Bu kitabın 1356-1357 yıllarında yazıldığı görülmektedir. Bu yıllar, henüz, ailenin Sünni İslam olduğu bir dönemdir. Ailenin Sünni Kürd kökeni, hatta Ezidi Kürd kökeni bu dönemde açık bir şekilde anlatılmaktadır. Bu sırada, Şii İslam’ın, Ali, Hasan, Hüseyin, Ehlibeyd, Kerbela, Oniki İmam, Fatıma Ana, Evladı Resul gibi kavramları kitapta yer almamaktadır. Bu dönemde, bu kavramlara ilişkin bir iz bile bulunmadığı ifade edilmektedir.

Şeyh Cüneyd, Şeyh Haydar dönemindeyse, kitapda tahrifata girişilerek bazı değişiklikler yapılmıştır. Özellikle Şah İsmail döneminde, Saffetü’s Safa kitabında çok büyük tahrifata girişildiği, çok büyük değişiklikler yapıldığı görülmektedir. Şii İslam’ın, Ali, Hasan, Hüseyin, Ehlibeyd, Kerbela, Oniki İmam, Fatıma Ana, Evladı Resul gibi kavramlarının bu dönemde kitaba sokulduğu anlaşılmaktadır. Bu dönemde, ailenin, Sünni Kürd kökeni, Eziz Kürd kökeni tamamen silinmiş, aileyi Şii İslamla temellendirmek, Türklükle temellendirmek çok önemli bir çaba olmuştur. Bu dönemde, Şah İsmail’i Yedinci İmam Musa Kazım’a bağlamak, Hüseyin üzerinden Peygambere bağlamak çok önemli bir çaba olmuştur. Sahte şecereler üretmek bu dönenin çok önemli bir özelliğidir. Bu unvanlar, Nakibul Eşraf denen bir kurum tarafında verilmektedir.

Nakibuleşraf, Peygamber ailesinden olanların, Ehlibeyd’den olanların, rahatını sağlamak için, günlük işlerini daha kolay bir şekilde gerçekleştirebilmeleri için oluşturulmuş bir kurumdur. İstanbul’da, Erdebil’de, Kerbela’da, Kufe’de, Necef’te, Bağdat’ta, Şam’da bu sahte şecereleri düzenleyen, Nakibul Eşraf denen kurumlar vardır. Bu kurumlar, belirli bir ücret karşılığında bu unvanları vermektedir. Seyid gibi unvanlara sahip aileler toplumda çok büyük bir itibar görmektedir, bu unvanlar bu ailelere prestij sağlamaktadır. İmam Hüseyin’den gelenlere Seyid, İmam Hasan’dan gelenlere Şerİf unvanı verilmektedir.

                       ***

Şii İslam’in, Osmanlı Alevilerini nasıl etkilediği, bu etkilemenin ne zaman başladığı çok önemli bir sorundur. Rıza Yıldırım’ın çalışmasında konuyla ilgili önemli açıklamalar var. Şeyh Cüneyd, Şeyh Haydar ve Şah İsmail dönemi… Bu dönemde, bu yöneticiler, Osmanlı Alevileri üzerinde çok yoğun bir propagandaya girişiyorlar. Teke Yarımadası tarafında Şahkulu’nun, Amasya, Tokat yörelerinde Nur Ali Halife’nin, Şeyh Cüneyd’in, Şeyh Haydar’ın ve Şah İsmail’in önemli halifeleri olduğu dikkat çekmektedir. Osmanlı topraklarında, bunun gibi bu propagandalar yürüten daha birçok halife vardır. Özellikle Şeyh Cüneyd’in sürgün yıllarında, Kurbeli, Konya, Varsak, Tarsus, Halep, Canik-Trabzon, Diyarbakır, gibi alanlarda dolaştığı yıllarda Osmanlı Alevileri üzerinde Şii İslam’ın çok yoğun bir propaganda yaptığı anlaşılmaktadır… Osmanlı Alevilerini Şiileştirme yolunda ‘Yedi Ulu Ozan’ın işlevini de vurgulamak gerekir.

Sonuç

Rıza Yıldırım’ın, ‘Aleviliğin Doğuşu’ çalışması, İran’da, Şii İslam’ın kurumlaşması veya devletleşmesi yolunda, açıklayıcı, iyi bir metindir. Ama, ‘Şiilik/Alevilik’ söylemi, Alevilerdeki kafa karışıklığının sürmesini sağlar. Bunu sadece, kelime farklılığı olarak algılamak doğru değildir. Eğer Aleviliği Şiilik kabul ederseniz, Aleviliği, Şiilik olarak kavrarsanız, gerçek Alevi çalışmalarına yönelemezsiniz…
Back to top Go down
https://serxwebun.forumieren.com
Admin

Admin


Mesaj Sayısı : 131
Kayıt tarihi : 2010-01-12

'Aleviliğin Doğuşu' Empty
PostSubject: Re: 'Aleviliğin Doğuşu'   'Aleviliğin Doğuşu' Empty07.07.19 23:00

‘Aleviliğin Doğuşu’ II


Devletin, Kürdler için düşündüğü, tasarladığı temel politika, Kürdlerin Türklüğe asimilasyonudur. Alevilerin Müslümanlığa asimilasyonu da ikinci derecede önemli bir çabadır.


İsmail Beşikci
24.09.2018, Pts | 09:36

Rıza Yıldırım, Aleviliğin Doğuşu, Kızılbaş Sufiliğinin Toplumsal ve Siyasal Temelleri 1300-1501, ( Çev. Barış Yıldırım, İletişim, 2017) çalışmasında, Alevilik/Şiilik diyerek, bu ifadeyi, kitabının birçok yerinde tekrarlayarak Aleviliğin Şiilik olduğunu, veya Şiiliğin, Alevilik olduğunu vurgulamaktadır. Bu anlayışın çok önemli sonuçları vardır. Fiili olarak Aleviliği yaşayan gruplar vardır. Yani Müslüman olmayan, doğa dini Aleviliği yaşayan gruplar vardır. Namaz kılmayan, oruç tutmayan gruplar … İşte bu anlayış, devlete, bu grupları İslama asimile etmesi yolunda, yoğun bir destek verir. … Devletin, dinsel ve toplumsal olarak kabul etmediği grupları fiili olarak da yok etmek… Burada, asimilasyonun gerçekleşmesi için devlet terörünün tırmandırılması da gündeme gelebilir. Devlet, Alevileri, Sünni İslama’a, Hanefiliğe asimile etmek için çok çaba sarfetti. Bu çaba sürdürülüyor. Şii İslam’a asimilasyon da, kanımca, devletin fazla itiraz etmeyeceği bir süreçtir.

Şiliğin, İslamdaki iki ana partiden bir olduğu yakından bilinir. Aleviliğin, Kızılbaşlığın, Müslümanlık olmadığı ise yine çok açık bir gerçekliktir.

Alevilerle, yani Kızılbaşlarla Şii İslam’ı, Oniki İmamcıları, Hz. Peygamberin torunlarını birleştiren nokta mazlumluktur. Alevilik, insanı yaşamın merkezine koyan, her zaman mazlumdan yana olan bir dindir, inançtır. Hz. Peygamber’in torunları, gerek Emeviler döneminde, gerek Abbasiler döneminde Sünni İslam’ın çok büyük bir zulmüyle karşılaşmışlardır. Aleviler’in zulüm görenlerin yanında yer alması çok doğaldır, anlaşılır bir durumdur.

Ama, Şii İslam’la kendini özdeşleştirmek anlayışında, ‘İmam Musa Kazım’ dan geliyoruz’, ‘İmam Askeri’den geliyoruz’ anlayışında, bir sakatlık vardır. Şiilik, Arap tarihindeki, İslam tarihindeki bir iktidar kavgasıdır ve bu iktidar kavgasında, bir kısım Alevilerin, zulme uğrayanlar için matem oruçları tutmasında, ama 80 sene önce, soykırım yaşayan kendi ataları için, hiç, bu tür anmalar yapmamasında vs. bir sakatlık vardır. Bu ilişkiler elbette irdelenmelidir.

Devletin, Kürdler için düşündüğü, tasarladığı temel politika, Kürdlerin Türklüğe asimilasyonudur. Alevilerin Müslümanlığa asimilasyonu da ikinci derecede önemli bir çabadır. Bu düşünceyi şu şekilde açıklayabiliriz:

Devletin, Ermeniler için ve Kürdler için düşündüğü, uyguladığı politikalar çok farklıdır. Ermeniler için düşünülen, tasarlanan politikalar, fiziki imhaya dayanmaktadır. Ermenileri, fiziki baskıyla, tacizle yurt dışına kaçırtmak, kalanları imha etmek esastır. Kaçırtılan veya fiziki olarak yok edilen Ermenilerin taşınmaz mallarına el koymak yine çok önemli bir hassasiyettir. Bugün, Agos Gazetesi etrafında, Hrant Dink Vakdı etrafında, Ermenilerin yaşama tutunmaları büyük bir direnç, büyük bir başarıdır. Kürdler ise, asimile edilmelidir. Kürdler, devletin dinini yaşadıkları, çoğunlukla Müslüman oldukları için, asimile edilmeleri kolaydır. Kürdler konusunda anlayış budur.

İttihat ve Terakki’den itibaren, Kürdler de büyük baskılarla, hatta Dersim’de olduğu gibi soykırımlarla karşılaşmışlardır. Ama, kitlesel katliamlarda, soykırımlarda yok edilmiş ailelerin anasız-babasız kalmış, yetim kalmış çocuklarını toplamış, yetimhanelerde Türk gibi, Müslüman gibi yetiştirmiş, sonra da onlara küçük memuriyetler vermiştir. Devletden, 10 yıl, 15 yıl maaş alan artık kişi başka bir kişi olmuştur. Devletin istediği gibi bir kişi olmuştur. Müteahhitlik de bu dönüşümü sağlayabilir…‘Kürd değiliz, Horasan’dan geldik…’ anlayışı böyle bir ortamda filizlenmektedir. Bu, tam anlamıyla toplum mühendisliği olayıdır. Bunun Kürdler konusunda, özellikle Dersim konusunda çok başarılar bir şekilde gerçekleştirildiği söylenebilir.

Küçül bir memuriyet bu dönüşümü sağlamak için yeterli olurken, müteahhitliğin de ancak büyüğü böyle bir dönüşümü sağlayabilir.

Bugünkü bazı nesiller atalarının Kürd olmasından rahatsızlık duyar bir hale gelmişlerdir. Halbuki, atalar, gerek Dersim’de, gerek Kürdistan’ın öteki alanlarında, hep, Kürd oldukları için katliamlarla, soykırımlarla karşılaşmışlardır. Gizli raporlar, hep, Kürd sorunun, Kürdistan sorununu kesilip atılmasından, köklü önlemler alınmasından söz etmektedir.

Bundan önceki yazıda, Dersim Dernekler Federasyonu (DEDEF)’in düzenlediği, Munzur Kültür ve Doğa Festivali’nin, Valilik tarafından yasaklandığını belirtmiştik. O festival, Dersim’in, kendi değerleriyle buluşması potansiyelini taşıyordu. Devlet, bundan rahatsız olmuş. Ama, Kürdlerin kendi tarihleriyle hiç ilgisi olmayan bir iktidar kavgasında, zulüm görenler için, matem oruçları tutulmasını ehven-i şer görüyor.

                                  ***

Şiilik konusunda önemli bir sorun var. Şiiliğin, Araplardaki bir iktidar kavgası olmasına rağmen, neden, Mekke’de, Medine’de, Bağdat’da veya Şam da değil de İran’da, Erdebil’de kurumlaşması önemli bir sorundur.

Oniki İmamlar’ın, biri Mekke’de, dokuzu Medine’de doğmuş. İkisi Irak’ta doğmuş… Oniki İmamlar’ın birinin mezarı Kufe’de, birinin mezarı Kerbela’dadır. Dördünün mezarı Medine’de, İkisinin Bağdad’da, iksinin Samarra’da (Irak) birinin mezarı da Meşhed’dedir. Görüldüğü gibi, Oniki İmamlardan sadece birinin mezarı İran’dadır. Doğumların, ölümlerin gerçekleştiği topraklar Arap toprakları olmasına rağmen, yaşamın Arap topraklarında gelişmiş olmasına rağmen, Şiilik bu topraklarda kurumlaşmıyor, İran’da kurumlaşıyor. Bunun nedeni, kanımca, Sünni İslam tarafından Şii İslam taraftarlarına, yani Ali taraftarlarına, gerek Emeviler döneminde, gerek Abbasiler döneminde , halifeler tarafından çok ağır baskılar yapılmasıdır. Oniki imamlardan sekizinin, Emevi ve Abbasi halifeleri tarafından zehirlenerek öldürüldüğü yakından biliniyor. Halifeleler, Oniki İmamları sofralarına davet ediyorlardı. Yemekte zehirliyorlardı. Bu, artık biliniyordu ama, halifelerin davetine icabet etmemek olamazdı. Öte yandan Safevi devlet geleneğinin de hala yaşıyor olması, Şiiliğin, İran’da kurumlaşmasına yardımcı oldu.


                                ***

Rıza Yıldırım, 14. Ve 15. Yüzyıllardan söz ederken, okuyucuda, Küçük Asya’nın her tarafının Türkmenlerle dolu olduğu gibi bir izlenim yaratmaktadır. Bu Onuncu, Onbirinci ve Onikinci yüzyıllarda, Ortaasya’dan Küçük Asya’ya yapılan Oğuz, Türkmen göçlerini hatırlatmaktadır. Bu dönemde, yani üç asır boyunca, Küçük Asya’ya göç eden Oğuzların, Türkmenlerin sayısı nedir?

Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi 1 kitabında, (Tekin Yayınevi, 3. Bs. İstanbul, 1979) Küçük Asya’ya yapılan Oğuz ve Türkmen göçleri hakkında, sayılar hakkında bilgi vermektedir. (s.148-149)

Küçük Asya’ya gelen Türkmen nüfus hakkında kesin bir bilgi olmadığı söylenir. Doğan Avcıoğlu, Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu’nun, (1912-1984) X. ve XII. Yüzyıllar arasında, Küçük Asya’ya 550 bin- 600 bin Oğuz, Türkmen geldi, dediğini hatırlatmaktadır. Prof. Dr. Claude Cahen’in ise,(1909-1991) Osmanlılardan Önce Anadolu kitabında, 200 bin-300 bin kişilik bir göç olduğundan bahsettiğini, hatta bu miktarı düşürdüğünü vurgular. Prof. Dr. Speros Vryonis’in de ( d.1928) aynı kanıda olduğunu söyler.

Doğan Avcıoğlu aynı dönemde, Ord. Prof. Mükrimin Halil Yınanç’ın ise, (1900-1961) bir milyonun üzerinde bir Türk varlığından söz ettiğini söyler. O dönemde, Küçük Asya’daki Müslüman Hrıstiyan oranının onda bir bile olmadığı vurgulanır.

O dönemde, Küçük Asya’nın nüfusunun 8 milyon civarında olduğu hesaplanır. Küçük Asya’nın yerli halkı, Gürcüler, Lazlar, Pontuslar, Ermeniler, Rumlardır. Zağroslar’da, Urmiye ve Van Gölü arasında, Kuzey Mezopotamya’da Kürdler yaşamaktadır. Kuzey Mezopotamya’da Kürdler, Asuri-Süryanilerle birlikte yaşamaktadır. Küçük Asya’da, bir miktar Yahudi’nin varlığından da söz etmek mümkündür. Speros Vryonis, 13. Yüzyılda, 8 milyonluk nüfusun 6 milyona düştüğünü de belirtmektedir.

8 milyonluk kitle karşısında, 3 asır boyunca gelen toplam 500 bin civarında olan kitle baskın gen oluşturamamaktadır. Bugün, örneğin, Çorum, Çankırı, Yozgat, Kastamonu, Eskişehir yörelerinde, yani Ortaasya’dan gelenlerin daha yoğun olarak yaşadıkları yörelerde yapılan DNA tetkiklerinde, buradaki nüfusun, Ortaasyalı, Kırgızlara, Kazaklara, Türkmenlere benzeme oranın çok düşük olduğu görülmektedir… Anadolu’nun yerli halkları Rumlara, Ermenilere benzeme oranı daha yüksektir. Örneğin, yukarıda sözü edilen illerde yaşayan Türkler fizik olarak Kırgızlara, Kazaklara, Türkmenlere benzemiyorlar… Rumlara, Ermenilere vs. daha çok benziyorlar… Kaldı ki, Ortaasya’dan gelenlerini hepsi Türkmen değildir. Afganlar ve Moğollar vs. de vardır.

Şu önemli. Küçük Asya’ya gelenler, kanımca, fetih için gelmiyorlar. Kendilerine yeni yerleşim alanları bulmak için geliyorlar. Atlı ve kılıçlı geliyorlar. Aile değil, daha çok erkekler geliyor. Gürcü, Ermeni, Rum vs. kadınlarla evlenmek suretiyle nüfus artışı sağlanıyor. Önce Müslümanlaşma, daha sonra Türkleşme gündeme geliyor. Türkleşme, daha doğrusu Türkleştirme çabalarının, yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde, İttihat ve Terakki ile başladığı, bu çabaların, Cumhuriyet döneminde kararlı bir şekilde sürdürüldüğü biliniyor.

14. ve 15. Yüzyıllarda, Küçük Asya’da, Türkmenlerden, Türkmen akınlarından vs. bahsederken, bu ilişkilerin hatırlanmasında yarar vardır. 14. Ve 15. Yüzyıllarda, bütün Küçük Asya’yı Türkmenlerle dolu saymak, o günkü koşulları inceleyen bir tarih yazımı değildir, bugünün değerleriyle o günleri inceleyen, bugünkü resmi ideolojinin gereklerinin yerine getiren bir tarih yazımıdır.
Back to top Go down
https://serxwebun.forumieren.com
 
'Aleviliğin Doğuşu'
Back to top 
Page 1 of 1
 Similar topics
-
» Aleviligin Kökeni! Alevilik Nedir?

Permissions in this forum:You cannot reply to topics in this forum
 :: Bixêr û bi Ehla! * Welcome! * Hos Geldiniz! :: Dine Kurdistane | Kürdistan'da Dinler-
Jump to: