Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
HomeHome  Latest imagesLatest images  SearchSearch  RegisterRegister  Log in  
Kürd Ulusu'nun Çıkarları; Her Türlü Parti, Kurum, Kuruluş, Örgüt ve Kişilerin Çıkarlarının Üstünde ve Ötesindedir. Her Şey Kürdistan İçin!

 

 Devlet, İhanet, Reform ve İradesiz Bağımsızlıkçı Hareket!

Go down 
AuthorMessage
Admin

Admin


Mesaj Sayısı : 131
Kayıt tarihi : 2010-01-12

Devlet, İhanet, Reform ve İradesiz Bağımsızlıkçı Hareket! Empty
PostSubject: Devlet, İhanet, Reform ve İradesiz Bağımsızlıkçı Hareket!   Devlet, İhanet, Reform ve İradesiz Bağımsızlıkçı Hareket! Empty23.03.10 3:31

Devlet, İhanet, Reform ve İradesiz Bağımsızlıkçı Hareket!

Hasan H. YILDIRIM

İster “Kürt sorunu”, ister Kürdistan sorunu denilsin ortada çözülmesi gereken bir sorun var.

Sorunu kim ve nasıl çözecek meselesi tartışma konusu.

Sorunun tarafları açık kimlikleriyle ortada. TC devleti, ihanet, reformist ve bağımsızlıkçı hareket.

TC Anayasasında, “Türk Devleti’ne yurttaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türktür.”

Türk Gizli Anayasası olarak bilinen “Milli Güvenlik Siyaset Belgesi”inde “TC, tek ulus, tek bayrak, tek dilli üniter bir devlettir.” “Kürtçülük en büyük tehlikedir.”

TC devleti Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer: “Türk Ulusu’nun birliğini ve huzurunu bozmaya yönelik uğraşlar, tekil devleti hedef alan girişimlerdir. Bu girişimlerin sonuçsuz kalmaya mahkum olduğu bilinmelidir."

TC devleti Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, “Sözde vatandaş, yanlış hesap peşinde koşarsa, Türk silahlı kuvvetlerinin vatan ve bayrak sevgisini denemeye kalkışırsa, tarihin sayfalarına bakmalarını öneririz.” deyip katliamları hattırlatır.

TC devleti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Kürdistan sorunu için, “düşünmeseniz böyle bir sorun yoktur.” der. Buna karşın Kürdler var diyor derseniz, “Kürtlerin şahitliği kabul edilmez” cevabını alırsınız.

Emekli Büyükelçi Gündüz Aktan, Kürd kadının doğurganlığını “Türkiye’nin demografik yapısını bozan bir etken” dedi.

Yazar Vedat Türkali, “sınırlar değiştirilmek isteniliyor, sabır taşırılıyor” tehditini savurur.

Gazeteci Oktay Ekşi, “tarihte ders alsınlar, Yahudilerin başına geleni hatırlasınlar.” buyurur.

Türk’ün Kürd hakkındaki düşüncesi budur. Irkçı, şoven militarist bir yaklaşım sahibidirler. Türk’ün kıtabında Kürd yoktur. Kürd olan her şey düşmandır. Kürd’e ait olan her şeye karşı saygısızdır.

Haydi burdan yak. Yakan yok mu? Zibil gibi. Kim bunlar? İtin olsunlar, Türk, Kürd’ü olurlar.

Düşmana yalvarmak yakarmak sorunu çözmediği gibi düşmanın işini kolaylaştırıyor.

Düşmanın işitmek istediği şeyleri ikide bir tekrarlamak düşmanın eline koz vermek oluyor.

Mesele bu kadar açık ve basit.

Türk egemenlik sistemin mantığı ya bendensin, ya düşmansın. Üçüncü taraf yoktur. Etnik temizlik politıkası varoluş felsefesidir. Varolmayan bir ulus oluşturmayı önünüze koyarsanız, yapacağınız iş ötekine tahamül etmemektir. Onu kendine benzetmeye çalışmaktır. Direnen olursa yok etmektir. TC devletinin kuruluş felsefesi budur.

Şu an TC devletini yönetenden tutun sıradan insana kadar olan herkes şu veya bu etnik gruptan devşirilip Türkleştirilmiştir. Türk denilen toplum bu devşirilmişlerden oluşturulmuş,
kabullenilmiş ve kanıksanmıştır. Bugünde bu politika sürdürülmektedir. Kendine Türk’üm diyen hiç kimse bu politıkaya karşı ses çıkaramamaktadır. Çünkü kendi varoluş nedeni budur. Türk’üm diyene bunu kavratmak gerekir. Bu, onun realitesidir, ama bunu bir başkasından bekleme hakkı yoktur. Fakat bunu kendine Türk’üm diyene kavratamasınız. Çünkü ırkçı, şoven militarist bir yaklaşım sahibidirler.

TC devleti, ırkçı, şoven, faşist bir devlet. Sömürgeci, militarist ve katliamcı.

Kürdistan’da işgalcı.

Kürd milletine karşı “inkar ve imha” politıkası sahibi.

Bu politikadan vazgeçeceği yok.

Üniter devlet kırmızı çizgileri.

“Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü” hassasiyetleri.

Bunlar herkesin bildiği gerçekler.

İşin tuhaf yanı bu anlayışın topyekün Türk toplumu tarafından savunulur olması.

Sol ve aydını resmi görüşün gölge mehmetçiği.

TC devletinin resmi görüş gerçekliğe karşın Kürdlere önerilen “siyasal demokratik çözüm”.

Bu, hoş güzel de, peki nasıl olacak?

TC devletininde askeri aygıtını devreden çıkarması gerekmiyor mu?

TC devletininde soruna “siyasal demokratik” yöntemlerle yaklaşması gerekmiyor mu?

Kürd tarafına silah bırak çağrısı yapanlar, aynı çağrıyı TC devletinede niye yapmıyorlar?

Bu yapılmadıkça samimiyetlerine kim inanır?

Örneğin dün Bingöl kırsalında 14 gerilla Türk ordu güçlerince katledildi. Bunu kınayan Türk’e rastladınız mı? Buna rastlayamasınız, ama bir er öldürüldüğünde kendilerine aydın diyen Türk Genelkurmay Başkalığına başsağlığı dilemekte birbirleriyle yarış ettiğini görmede zorlanmasınız.

Türk aydını dahil Türk insanı şu soruyu kendine sormalı. Türk ordusu Kürdistan’da ne arıyor? Ne hakla orda bulunuyor?

İşgalcı olduğunu, Kürd milletinin en demokratik istemine karşı “yılanın başı küçüken ezilmeli” mantığı gereği topyekün savaş ilan ettiği, katliamlara varan icraatın sahibi olduğunu bilmezler mi?

Bu gerçeğe karşın bugüne kadar Türk aydını dahil Türk insani katil olan bu ordu karşısında sessini çıkarabilmiş midir? Kürdleri katletme hakkın yok diyebilmişler mi? Diyememiş ve diyemezler. Çünkü aydını dahil Türk insanı mehmetcikleşmiştir.

TC devleti, savaşsız yapamaz. Toplumu savaş psıkolojısı etkisine almadan edemez. Savaş muhalifide bugüne dek hep kendisi oldu. Yarattığı muhalefeti adına eylem yaptı. Kendisine halka saldırma zeminini yarattı. Bu bir yönetim biçimidir. TC devleti kuruluşundan bugüne bununla kendini yaşattır oldu.

“Apocu” hareketi örnek verecek olsak, ehliyetli ve ehliyetsiz avukatlar hepbir ağızdan “komplo teorileri” diye avaz avaz bağıracaklar. İyisi mi Hizbullah örneğini verelim. Ve bugün “Apocu” hareketin oynadığı rolu hatırlatalım.

Hatırlanılırsa 1 Kasım 2005 günü saat 23.00 sularında Şemdinli’de Cumhuriyet meydanında bir arabaya yerleştirilen 150 kiloluk bomba patlattıldı. 4 asker, 3 polis, 16 sivil yaralandı ve bir çok ev ve işyeri tahrip oldu. Olayı devlet yaptı, ama PKK üslendi.

Arkasında 9 Kasım 2005 tarihinde yine Şemdinli’de Umut kitapevi bombalandı. Bombacılar suçüstü yakalandı. Halkın suçüstü yaptıkları Türk ordusu, yani Türk devleti oldu. daha evel patlatılan bombanında devlet tarafından patlatıldığı anlaşıldı.

Olay TC devletini anlamak açısında önemlidir. Olayın devletin yaptığına dair her şey ayan beyan ortadadır.

Devletin sağ ve solu elbirliği edercesine yaydıkları dezimformasyonlarla olay saptırılmaya çalışıldı. Kimi ABD, kimi dış istihbarat güç, kimi Barzani’ye bağlamaya kadar işi uzattı.

Şemdinli’deki olayın ilk soruşturmasını yapan Şemdinli Başsavcısı Harun Ayık, TBMM İnsan Hakları Komisyonu'na verdiği ifadesinde "Olaylar dış istihbarat birimlerince planlanmış olabilir. Amaç halkı kışkırtmak olabilir. Devletin tüm kurumlarının olayı araştırması gerekir. Aksi taktirde olayın açığa çıkarılması zordur" diye konuşarak olayı yapan devletten olayın açığa kavuşturulmasını isteme gibi gülünç bir senaryoya imza attı.

Oysa olayların arkasında devletin kendisi vardı. Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun’un 1 Kasım 2005 tarihindeki olayı inceleyen Meclis Şemdinli Araştırma Komisyonuna verdiği ifadesinde 1 Kasım’daki patlamada kullanılan 150 kilo patlayıcının Şemdinli’ye nasıl girdiği hususunda sorulan bir soruya, JİTEM’in rolünü ima eden cevaplar vermesi olayın arkasındaki gücü gösteriyordu. Ama kurulu sistem bunun hesabını görmede gecikmedi ve Sabri Uzun’un hesabı görüldü.

Arkasında Van Başsavcı yardımcısının hazırladığı iddianame siyasal bir deprem olarak gündeme damgasını vurdu. Ordu’ya -ama siz bunu devlet diye okuyabilirsiniz- çete dedi. Çete devletin sorgulanmasını istedi. Şu an bu iddianın sahibi savcı devletin hışmına uğrasada Türk egemenlik sisteminde bir ilke imza atmasıyla önemli bir iş yaptığına kuşku yoktur.

Türk egemenlik sistemine göre ya bendensin, ya düşmansın mantığı egemendir. Üçüncü taraf yoktur. Bu düşünce tüm toplum tarafından kabullenişmiş ve savunulur olmuştur.

Varolmayan bir ulus oluşturmayı önünüze koyarsanız, yapacağınız iş ötekine tahamül etmemektir. Onu kendine benzetmeye çalışmaktır. Direnen olursa yok etmektir. TC devletinin kuruluş felsefesi budur.

Türk egemenlik sisteminde etnik temizlik politıkası varoluş nedenidir. Şu an TC devletini yönetenden tutun sıradan insana kadar olan herkes şu veya bu etnik gruptan devşirilip Türkleştirilmiştir. Türk denilen toplum bu devşirilmişlerden oluşturulmuştur. Ve bu kanıksanmıştır. Bu nedenle bugünde sürdürülen bu politıkaya karşı hiç kimse ses çıkaramamaktadır. Çünkü kendi varoluş nedenide budur. Türk’üm diyene bunu kavratmak zordur. Bu onun realitesidir, ama bunu bir başkasından bekleme hakkı yoktur.

Fakat ne hikmetse kendine aydınım diyen Türk bile öyle düşünmemektedir. Herkesi kendine benzetmeye çalışmaktadır. Türk’ün Kürd’ten beklediğide budur.

Haydi yak burdan. Yakan yok mu? Zibil gibi. Kim bunlar? İtin olsunlar, Türk Kürd’ü olurlar.

Düşmana yalvarmak yakarmak sorunu çözmediği gibi düşmanın işini kolaylaştırıyor.

Düşmanın işitmek istediği şeyleri ikidebir tekrarlamak düşmanın eline koz vermek olur.

Mesele bu kadar açık ve basit.

Kürd milletini pazarlayan malum Kürd çevreleri alıcı bulur mu bilinmez, ama kendisiyle birlikte Kürd milletinide sömürgecinin kapısına bağlamak için çok çaba verdiği gözden kaçmiyor.

İstanbul’da “Kürt Konferansı” gerçekleştirildi. Peki ne oldu?

Görünen odur ki, Kürd cephesinde saçmalık devam ediyor. Türk egemenlik sisteminin bir yetkilisi her hangi bir konuşmasında Kürd kelimesi kullanmaya dursun. Malum Kürd çevrelerinde bugünden yarına „Kürt sorunu çözülüyor“ saçmalıkları ortalığı kasıp kavurur. İstanbul’da da sergilenen bu oldu.

Türk egemenlik sisteminin değişimi hakkında ciddi ciddi tahliller yapıldı. Bu tür zırvalıklar birbirini izliyor.

Peki sonra ne olur? Bunu bilmek kahin olmayı gerektirmiyor. Bilinen inkar ve imha politıkası atbaşı sürmede zamanla yarış halini aldığı bilinmeyen bir şey olduğu herkesin malumu.

Türk egemenlik sisteminde ikiyüzlülük her zaman zirvede seyreder. Sıkıştıkaların da yüzüne gülseler de sahne arkasında manevralarında vazgeçmezler. Hangi gelişmeler yaşarsa yaşansın, „kırmızı çizgiler“ onların vazgeçmezleri olur. Bu da sorunların demokrasi diliyle çözümünü devre dışı bırakır.

Bu politika Türk toplumu tarafından bir avuç kesimi dışında kabul gördüğü bilinir. Türk toplumunun haleti ruhiyesi ordu endeksi politikaların sürdürülmesidir. Zaman zaman yapılan anketlerin Türkiye’de en güvenilir kurumun ordu olduğu bunun kanıtıdır.

Kürd politik çevreleri, kendilerini Türk egemenlik sisteminin değişeceği, „Kürd Sorunu“nu çözecegi beklentisine sokmamalıdır. Çünkü beklentileri gerçekleşmeyince daha da bir yanlişa düşüyorlar.

Kimi politik Kürd çevreleri, Türk egemenlik sistemini yanlış tanımliyorlar. Mesele budur. Halbuki, kendilerini bundan sıyırabilirlerse en aşağı doğruya yakın çözüm biçimlerine ulaşabilirler.

Kürd iktidarlaşmasını savunuyorsunuz. Peki bunu nasıl başaracaksınız? Düşmandan “atacağı adımlar” beklentisi ile kimi kandırmayı düşünüyorsunuz? Kendinizi kandırdığınız belli. Düşman buna bıyık altında gülmekte. Kala kala mazlum Kürd halkı kalmaktadır. O da tarihi tecrübesiyle haydi ordan dediği eğer hala kavranılamamışsa kimsenin yapabileceği bir şey yoktur.

Kürd millet iktidarlaşmasını savunanlar, savaş gerçeğini doğru çözümlemek zorundadırlar. Bu da düşmanı doğru tanımakla anlamını bulur. Savaş tercihin olmayabilir, ama düşman sana savaş dışında başka bir tercih bırakmamışsa yinede savaşa hayır demek ben bu işin erbabı değilim demekten başka bir şey değildir. İhaneti saymasak Kürd hareketi bugün bu konumdadır.

Bizim gibi inkar ve imha girdabına alınmış bir milletin kendini yaşatması, iç birliğini kurması ve iktidara yürümesinin en etkili yolu silahlı savaştır. Dünya devrim tarihinde silah gücüne dayanmayan hiç bir iktidar yoktur. İşi demokrasiye boğma çabaları kimsenin kuşkusu olmasın ki, sonuç olarak düşmana hizmet etmekten öte bir işlevi yoktur.

Burada hiç kimse “Apocu” hareketin ihanetini silaha fature etmeye kalkmasın. Yanlış olan silahlı mücadele değil, “Apocu” hareketin varediliş meselesidir. Dahasıda var. Bunca ihanete rağmen Kuzey Kürdistan’da daha hala tek egemen güç olmasını kuşkuya yer bırakmaksızın silahlı gücüne borçlu olduğu gerçeği ortadadır. Son Newroz’da onların dışında hiç kimsenin esamesinin okunmamasının nedeni ne olabilir? Kuşkusuz alanlara akın eden kitlelerin hepsi “Apocu” değil, ama bu kitlelere önderlik edenlerin “Apocu” olduğunu kim inkar edebilir?

Kürd milleti, tarihinin en büyük ihanetiyle karşı karşıyadır. İhanet sürece yayılarak kabul ettirilmeye çalışılıyor. Bağımsızlıkçı-devrimci güclerin iradesizliğide buna eklenince sömürgeci sistemin belirledigi plan „Apocu“ hareket eliyle uygulanıyor. Kürd milleti teslim alınmaya ve Türkleştirilmeye çalışılıyor.

Kürdistanlı bağımsızlıkçı güçlerin günün görevi bunun önünü almayı zorunlu kılıyor. Kürd milletine dayatılan ihanetin boşa çıkarılması her şeyden önce TC`nin belirlediği, “Apocu” hareketin oynadığı gündemi aşmaları gerekiyor. Bu da bağımsızlıkçı-devrimci güçlerin kendi belirleyecegi bağımsız gündemi zemininde örgütlenme, sömürgeci sistem ve onun Kürdistan’daki resmi „Kürtcü“ partisi „Apocu“ harekete karşı kendini iradeleştirmesiyle mümkündür.

Bunun dışında başka bir yol ve yöntem yoktur. Var diyenler yalan söylüyor. Kendini kandırıyor. Başkasını kandırmaya çalışıyor.

26 Mart 2006
Back to top Go down
https://serxwebun.forumieren.com
 
Devlet, İhanet, Reform ve İradesiz Bağımsızlıkçı Hareket!
Back to top 
Page 1 of 1
 Similar topics
-
» İslam’da Reform, Kürdistan’da Devrim!
» Kürdistan’da yeni bir hareket ve örgüt üzerine düşünceler…
» Aile ve Devlet Birimlerinin Önemi
» Millet, Milliyetçilik, Ulus Devlet
» Devlet, İslam, Kürdler ve Darbe

Permissions in this forum:You cannot reply to topics in this forum
 :: Bixêr û bi Ehla! * Welcome! * Hos Geldiniz! :: Peşarî | Politika-
Jump to: