Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
HomeHome  Latest imagesLatest images  SearchSearch  RegisterRegister  Log in  
Kürd Ulusu'nun Çıkarları; Her Türlü Parti, Kurum, Kuruluş, Örgüt ve Kişilerin Çıkarlarının Üstünde ve Ötesindedir. Her Şey Kürdistan İçin!

 

 “Kadının Tarihsel Yenilgisi” Üzerine

Go down 
AuthorMessage
Jandil

Jandil


Mesaj Sayısı : 79
Kayıt tarihi : 2010-01-13

“Kadının Tarihsel Yenilgisi” Üzerine Empty
PostSubject: “Kadının Tarihsel Yenilgisi” Üzerine   “Kadının Tarihsel Yenilgisi” Üzerine Empty10.05.11 13:34

“Kadının Tarihsel Yenilgisi” Üzerine

Fikret Başkaya

Pervin Erbil’in “Kibele’den Pandora’ya, Kadının Tarihsel Yenilgisi” başlığını taşıyan son kitabını okurken, aklıma sık sık Jean Jaurés’in ‘gerçek çelişkidedir’ sözü takılıyordu. Aslında Erbil, kadının tarihsel serüvenini anlatırken; insanlığın tarihini anlatıyor. Üretici güçlerin gelişim seyri, çelişik olarak kadınların kaderini ve toplumsal statüsünü de belirliyor.

Üretici güçlerin gelişmişlik düzeyinin dolayısıyla sosyal artığın [sosyal artık ürün] sınırlı olduğu [mülkiyetin ve devletin henüz ortaya çıkmadığı] dönemde kadın saygın bir yere ve statüye sahipken; paleolitikten mezolitiğe, nihayet neolitiğe ve geç neolitiğe geçişle birlikte, kadının toplumsal konumu radikal olarak değişime uğruyor. Toplumun üretici güçleri geliştikçe, emek üretkenliği arttıkça, sosyal artık büyüdükçe, sosyal artık bir sınıfın elinde toplandıkça [mülkiyet] ve söz konusu mülk sahibi sınıf, zor tekelini ele geçirdikçe [devlet], toplumsal eşitsizlik derinleştikçe, sadece sosyal eşitsizliğe dayalı [toplum sınıfları arasındaki] ayrışma ve çelişki değil; cinsiyetçi ayrıma ve çelişkiye dayalı sosyal yapı da yerleşip kemikleşiyor. Velhasıl üretici güçlerin gelişmesi, sosyal artığın büyümesi, mülkiyetin ve devletin ortaya çıkması, ikili bir ayrışma ortaya çıkarıyor: Üretim araçlarına [ve yaşam araçlarına] sahip olanlarla olmayanlar arasındaki sınıfsal ayrım ve bu temel ayrımın neden olduğu kadınla erkek arasındaki cinsiyetçi ayrım... İlk tarım toplumlarında ortaya çıkan söz konusu cinsiyetçi ayrım, kapitalizmin sahneye çıktığı dönem sonrasında da devam etti, zira kapitalizm mülkiyet ilişkilerini dönüşüme uğratmadı. Sadece patriarkal üretim örgütlenmesini ve aile yapısını sarstı. Üstelik mülkiyetin temelini tarımdan sanayiye yayıp kapsamını daha da genişletti. Üretici güçlerdeki devasa gelişmeye, daha büyük sosyal eşiksizlik eşlik etti. Kapitalist modernitenin vadettiği eşitlik, özgürlük, kardeşlik söylemi genel bir çerçevede kadınların dünyasında sınırlı bir ‘iyileşmeye’ neden oldu. Kapitalist üretim kadınların bir bölüğünü hapsedildiği evden çıkarıp sanayinin ucuz işgücü durumuna getirirken, geride kalanını da dolaylı olarak sürece dahil etti. Evde kapalı kalan kadın, kocasına yemek pişirerek, onun çamaşırını yıkayarak, çocuk bakarak, kocası için cinsel tatmin aracı olarak, sadece işgücünün yeniden üretimine katılmıyor, dolaylı olarak işçinin [kocasının] verimliliğini artırıyor… Karşılığı ödenmeyen bir ‘değer’ yaratıyor… Aslında kapitalist, hiçbir ücret ödemediği eve kapatılmış kadını da bu yolla kendine bağımlı hale getiriyor. İşte burjuva düzeninin aileyi kutsamasının nedenlerinden biri budur. Kaldı ki, dünya kadınlarının ezici çoğunluğu, ya erkekler tarafından ‘kapatılmaya’ ve/veya tarımda çalışmaya devam ediyor ki, bu partiarkanın kayda değer bir değişime uğramadan kaldığı yerden devam etmesi demektir; İkincisi, kapitalizm çağında cinsiyetçi ayrımın nedeni olan mülkiyet cephesinde durum daha da kötüleşmiş durumda… Dolayısıyla, kapitalizm çağında da kadının içine itildiği aşağılanma durumunu aşıp özgürleşmesi [emansipasyon] mümkün olmayacaktı…

Pervin Erbil’in tahlili, kapitalizm aşamasını kapsamıyor zaten asıl amaç da kitabın başlığında belirtildiği gibi ‘kadının tarihsel yenilgisinin’ nedenlerini sorgulayıp, bilince çıkarmak. Fakat ‘kadın nasıl köleleşti’, ‘nasıl aşağılandı, itilip-kakılan bir varlığı dönüştü’ ve bu durum neden süreklilik arzediyor’ sorusuna verilecek cevap, genel bir çerçevede ‘kadın nasıl özgürleşir’ sorusunun cevabını da içeriyor diyebiliriz. Kitapta büyük bir ustalık ve açıklıkla ortaya konduğu gibi, kadının toplumdaki talihsiz statüsü, doğrudan mülkiyet ilişkisinin bir sonucu. Toplumun zenginliğine hükmeden erkek, kadına da hükmetmenin yöntem ve araçlarına sahip oluyor. Fakat söz konusu süreçte köleleşen sadece kadın değil. Mülksüzleşip, yaşam için gerekli araçlardan mahrum edilen, proleterleşen ama kadınlarla birlikte toplumun zenginliğini yaratan erkekler de köleleşiyor veya ‘aşağı’ bir sosyal statüye mahkûm ediliyor. Velhasıl mülkiyet, toplumda ikili eşitsizlik ortaya çıkarıyor: mülk sahibi olan egemen sınıfla, mülksüzleşmiş, dolayısıyla üretim ve yaşam araçlarından mahrum edilmiş kadın ve erkek ezilen-sömürülen-baskı altında tutulan sınıf arasındaki çelişki ve bu temel eşitsizliğin ve uzlaşmaz çelişkinin ikincil sonucu olan kadınla erkek arasındaki cinsiyetçi ayrım ve çelişki… Dolayısıyla kadın hem sınıfsal hem de cinsiyetçi ikili ayrımcılığa ve baskıya maruz kalıyor… O halde mülkiyet ilişkilerinde radikal bir dönüşüm, kadının durumunda da radikal bir dönüşüm anlamına gelebilir mi? Bu soruya verilecek cevap elbette olumlu olabilir. Fakat bu vesileyle eşelenmesi gereken bir husus var: Kapitalist mülkiyeti ortadan kaldırma iddiasındaki ‘sosyalist devrimlere’ rağmen, kadının statüsünde umulan radikal değişikliğin ortaya çıkmaması nasıl açıklanacak? Aslında Sovyet devrimi başlarda kadının özgürleşmesinin maddi koşullarını oluşturmak bakımından önemli açılımlara imza attı ama devrimin süratle yolundan sapması, iktidarın bürokratik bir kastın eline geçip dejenere olmasıyla devrimin vaatleri gerçekleşmedi. Bu da radikal bir sosyal devrime eşlik eden bir kültür devrimiyle kadının kurtuluş yolunun açılabileceğini, her türlü cinsiyetçi ayrımın, tabunun ve önyargının tarihin rahatsız edici bir anısı olarak geride kalabileceğini gösterir.

Bu bakımdan kadının kurtuluşunu amaçlayan feminist hareketlerin sorunun kökenine inmeden başarılı olmaları mümkün değildir. Kadının kurtuluşu mülkiyet ilişkilerini, dolayısıyla devleti dönüştürmekle mümkündür ama nihai başarı için cinsiyetçi ayrıma karşı mücadele eden bir kadın hareketi ve mücadelesi de mutlaka gereklidir. “Temel çelişki ortadan kalktığında, sosyal eşitsizlik sorunu çözüldüğünde, kadın sorunu da otomatik olarak çözülür” şeklindeki yaklaşımın inandırıcılığı şüpheli olmaya mahkûmdur. Eğer sadece temel çelişki dikkate alınırsa bu, feminizm diye bir şeye de ihtiyaç olmadığı anlamına gelir. Oysa, nasıl sosyal eşitsizliğe karşı mücadele gerekliyse, cinsiyetçi ayrıma karşı da gereklidir. Nasıl demokrasi mücadelesi ile sosyal eşitlik [sosyalizm] mücadelesi arasında birbirini zenginleştirip- derinleştiren doğru yönde bir ilişki varsa, sosyal eşiklik mücadelesiyle cinsiyetçi ayrıma karşı mücadele arasında da benzer bir karşılıklı belirleyicilik ilişkisi söz konusudur. Birinin derinleşmesi-zenginleşmesi, değerinin de serpilip-gelişmesi sonucunu doğurur. Velhasıl kadının kurtuluşu sorunu, ezilen-sömürülenlerin kurtuluşundan bağımsız değil, tam tersine onu ‘tamamlayan’ bir niteliğe sahiptir. Sınıfsal veçheyi [kapitalizmi] yadsıyan bir kadın hareketinin hiçbir başarı şansı olmadığı gibi, toplumsal eşitsizliğe ve onun neden olduğu ücretli köleliğe karşı mücadele eden bir sosyalist sınıf hareketinin de cinsiyetçi ayrımı savsaklaması kabul edilebilir değildir.

Bugüne kadarki feminist hareketler ekseri sosyal eşitsizlik [mülkiyet sorunu densin] ve onun aşılması perspektifini ve mücadelesini yeteri kadar ciddiye almadılar, bazıları da sadece patriarkaya karşı mücadele perspektifine kilitlendi ve ekseri burjuva ve küçük burjuva kadınları örgütlemekle yetindiler. Bugün hâlâ kadınlar için ‘sığınma evleri’ inşa etmekle yetinmek, binlerce yıl sonra “Babildeki ünlü ‘kadın evlerini” yeniden inşaya razı olmaktır… Pozitif ayrımcılık, siyasi partilerde, sendikalarda, derneklerde, parlamento’da kadın kotaları, vb. küresel kapitalist saldırıyı meşrulaştırma işlevi görebilir ama kadının kurtuluşuna giden yolu aralamak için asla yeterli değildir. “Haydi kızlar okula” sloganı kızların kaçı için ‘kurtuluştur?’ Bu sloganı atanların gerçekten kızların kurtuluşu diye bir ‘sorunu’ var mıdır? Eğitim, toplumsal eşitliği sağlamak şurada dursun, toplumsal eşitsizliği daha da derinleştirir. Zira, kapitalist toplumda ‘demokratik eğitim’ mümkün değildir. Eğitim sadece dar bir kesimin sınıf değiştirmesini sağlar, daha fazlasını değil… Oysa amaç sınıf değiştirmek değil, sınıflı toplumu değiştirmek, sınıfları ortadan kaldırmak olmalıdır. Bir toplumsal sınıfın diğeri tarafından ezildiği, sömürüldüğü, köleleştirildiği, kadının erkek tarafından ezildiği- aşağılandığı, yeteneklerinin ve yaratıcı potansiyelinin bastırıldığı bir dünyada yaşamayı içine sindiren bir insanlık nasıl bir‘insanlıktır’?

Pervin Erbil’in tahlili, tarihsel materyalizmin bir defa daha doğrulanması, maddeci yöntemin işlevselliğini, idealist dünya görüşü ve toplum anlayışı karşısındaki üstünlüğünü ortaya koyması bakımından da büyük önem taşıyor. Bilinçle varlık arasındaki ilişki, belirleyicilik ilişkisinin mahiyeti ve yönü bir kere daha gözler önüne seriliyor. Kadının baskı altına alınması insanların kafasındaki ‘kötü fikirlerden’, iflah olmaz önyargılardan,‘yanlışlardan’,vb. kaynaklanmıyor. Üretici güçler ve üretim ilişkileriyle, velhasıl toplumun sınıflara ayrışmasının, özel mülkiyetin ve devletin ortaya çıkmasının sonucu. Erbil, “kadını dışlamanın erkek tarafından ödenen bedeli” başlığı altında da, ezen-ezilen ilişkisi ve ilişkinin çelişik karakteri bakımından önemli bir hususa gönderme yapıyor: “Kadının toplumsal üretimin ve sosyal yaşamın dışına itilerek haklarından mahrum bırakılması ve aşağılanması, yaşamını onunla paylaşmak durumunda olan erkeği de sanıldığı kadar yükseklerde biryerlerde tutmadı. Kadını baskısı altına almıştı, ama egemenliğin ödemek zorunda olduğu bir bedeli vardı. Sonuçta, haklarını kısıtlayarak aşağıladığı karısı, kızı, annesi, kız kardeşi ya da sevgilisi olan bu insanlarla beraber yaşamak zorundaydı ve yarattığı ortamdan kendisinin de etkilenmesi kaçınılmazdı.

Şu ya da bu adamın ikinci ya da üçüncü karısı olmak üzere zorla evlendirdiği kızı, uygun bir anda kocasını bir sevgiliyle aldatmakta sakınca görmeyecekti. Karılarına ve kızlarına bu nedenle güvenemezdi. Onları harem dairelerine hapsetti. Harem dairelerine kapattığı kadınlarını başka kadınlara da emanet edemezdi. Onlara hadımlaştırılmış haremağaları gözcülük edecekti. Aldatılma korkusu böylece kimi hemcinslerini erkekliklerinden etti. Cinsiyet bezi çıkarılarak hadımlaştırılmış erkekler, erkek egemen köleci sistemin eseriydiler. Mezopotamya’nın bu vahşi geleneği Yunanistan’dan Çin’e kadar uzanan çok geniş bir coğrafyaya nüfuz etti. Üstelik o dönemin bir uzantısı olarak Bizans’ta ve ardından Osmanlı’da da uygulama alanı bulmuştu.“1 Aslında yazarın bu yerinde tespiti bir bakıma ‘ezen her kim olursa olsun mutlu olamaz’ demeye geliyor. Gerçekten de bir ilişki sakatsa, eşitsizlik temeli üzerinde duruyorsa, taraflardan her ikisi için de aynı oranda eşitsizlik içermese bile olumsuzluk/kötülük içermemesi mümkün değildir…

Kitapta, kadını karanlıkta boğan koyu patriarkal eski çağlarda erkeklerle yarışmayı başarmış mitolojik kadın şahsiyetler de ayrı bir başlık altında ele alınıyor. Ataerkil Politik Arenada Yedi Kararlı Kraliçe başlığı altında: Hatşepsut, Belkıs, Semiramis, Tomyris, Kleopatra, Zenobia ve Tamara’nın başarı öyküleri anlatılıyor. Bu kadınların başarısı elbette önemlidir ama son tahlilde yarıştıkları alan kadınların değil, erkeklerin dünyasıdır. Söz konusu yedi kraliçenin ve benzerlerinin önemi, onların imparatoriçe, kraliçe, gibi en yüksek egemenlik mevkilerine tırmanmayı başarmaları değil, kadına yönelik önyargıları teşhir etmeleridir. Temel eşitsizlikler ve cins ayrımcılığı olduğu yerde dururken, bir kadının cumhurbaşkanı, başbakan, bakan olması, başka iktidar mevkilerine yükselmesi, erkeklerin dünyasında yarışmaktır. Sadece erkek-egemen partiarkal ilişkileri meşrulaştırıp-sürdürülmesine hizmet edebilir… Dolayısıyla Kadının nihai kurtuluşu bakımından bir kıymet-i harbiyesi yoktur. Kadınların mücadelesinin başarısı, kadınların ve erkeklerin ortak dünyasını kurmak üzere erkeklerin dünyasını yıkmaya bağlı. Bu da ancak mücadeleyle mümkün…

Pervin Erbil, neyi nasıl yazacağını iyi biliyor ve yazdıkları da zevkle okunuyor. Keşke didaktik kurgusu sağlam, içeriği zengin bu güzel eseri başta kadınlar olmak üzere okuma-yazma bilen herkes okuyabilse…

Kardelen 30 Ağustos 2007

http://www.peyamaazadi.com/peyam/jin-jiyan/%E2%80%9Ckadinin-tarihsel-yenilgisi%E2%80%9D-uzerine
Back to top Go down
 
“Kadının Tarihsel Yenilgisi” Üzerine
Back to top 
Page 1 of 1
 Similar topics
-
» Sanatçı Ve Tarihsel Bilinç
» KADININ ÖZGÜRLÜĞÜ KENDİ ELLERİNDEDİR!
» FORUM TARTIŞMALARI ÜZERİNE!
» “Kurdo” Romanı Üzerine
» Zazalar üzerine notlar

Permissions in this forum:You cannot reply to topics in this forum
 :: Bixêr û bi Ehla! * Welcome! * Hos Geldiniz! :: Jîn | Kadın-
Jump to: