Milliyet Sosyolojimizi Özgürleştirmek! Kadir AmaçSevgili Uğur Kaymaz ve Roboski Şehitlerinin AnısınaKürdistan’ın milliyet ve bilgi sosyolojisi diğer toplumların milliyet ve bilgi sosyolojisine benzemez. Çünkü diğer toplumların geleneksel alışkanlıklarını, geleneksel doğmalarını, geleneksel dini ritüellerini, geleneksel milli ve bilgi sosyolojilerini, geleneksel düşünce yapılarını, geleneksel kurumlarını transandantalite ve internalizasyon eden güçlü bir devlet geleneği ve entelektüel kuşağı olmuştur. Kürtlerin ise; devlet geleneğinden kopuk olmaları, milliyet ve bilgi sosyolojilerinde dini nosyonların belirleyici olması, zengin bir entelektüel ve edebiyat kuşağından mahrum olmaları sebebiyle bu boşluğu mirlik kurumu, beylik kurumu, seyitlik kurumu, şeyhlik kurumu, medrese kurumu ve bir de sömürgeci kurumlar eklenerek; özürlü ve problemli bir Kürt milliyet duygusunu ve bilgi sosyolojisinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Dolayısıyla Kürdistan’daki bilgi üreten kurumları entelektüel ve rasyonel düzeyde filtre ve rafine edecek bir devletin veya aydın bir kuşağın olmaması, işgalci ve sömürgeci devletlerin asimilasyon ve eşekleştirme işlerini bir hayli kolaylaştırmış olacaktı.
İkincisi, Kürdistan umranını ve asabiyesini sağlıklı gıdalarla besleyen, büyüten ve korumasını sağlayan bir devlet ve aydın kuşağı olmadığı için, Kürtlerin lokal ve teritoryal düzeyde bilgi üreten bu kurumları rahatça, işgalci ve sömürgeci bilgi kurumları tarafından bir ahtapot gibi kuşatma altına alınacaktı. İşgalci devletlerin kontrolünü ele geçirdikleri kurumları, arzuladıkları gibi formatlayarak, Kürtleri milliyet duygusundan uzak tutmayı hedeflemiş olacaktılar. Bir milletin zihin repertuvarına işgalci devletlerin bilgi ve eğitim formatı atıldığında o milletin kendi milli değerlerine, ülkesine ve halkına hizmet etmesi mümkün değildir. Çünkü bu format, Kürt bireyine ve Kürt toplumuna sosyal davranış kalıplarını, siyasi ve dini reflekslerini ve hadiseler karşısında nasıl bir tutum alacağını hipnoz eder. Bugün ise Kürtlerin milliyet ve bilgi serencamını inşa eden mirlik , beylik, seyidlik, şeyhlik ve dini kurumların yerini ise; siyasi Kürt örgütlenmeleri, bunlara bağlı eğitim kurumları ve Kürt medyası tarafından çok ileri bir düzeye taşındığını söyleyebiliriz.
Bu zaviyeden hareketle Almanların milli hafızasını inşa eden Fichte; Alman milletinin Fransızların işgalinden kurtulmasının ancak, milli bir eğitim ve milli bir bilgiyle olabileceğini savunurken ne kadar isabetli düşündüğünü bugün Alman milletine bakarak anlayabiliriz. Fichte; Napolyon ve ordusu “kötülük ve kölelik mikroplarını Alman neslinin iliklerine kadar işlediğini” söylerken; Goethe ilk başlarda Napolyon’u Alman topraklarına ordularıyla girerken onu halkların kurtarıcısı olarak görmüştür. Daha sonra Goethe, Alman halkının milli değerlerinin Fransızlar tarafından suhulet ikliminden şekavet iklimine sürüklendiğini farkedince; Fichte’nin yanında yer alacak, birlikte Almanya’nın milli hafizasını inşa edecektiler. Bu anlamda Kürt gençleri Amede Xanê’nin okumaları yanında Fichte’yi okumalarını tavsiye ediyorum.
Dolayısıyla bu bütünlükte kalarak aşağıda vereceğim iki somut örnek milliyet, faşizm ve ırkçılık kavramlarının egemen toplumlarda nasıl algılandığını, hangi durumlarda ve neye karşı refleks gösterdiğini ve sosyolojik olarak egemen karakterin bu durumlarda neye tekabül ettiği konusunda aydınlatıcı olacağını düşünüyorum. Birlikte çalıştığım bir Türk bayan arkadaş, iş kurallarına uymamak ve çalışmamak için istisnasız her gün çalıştığımız yaşlılar evinde Belçikalı hemşirelerle tartışırdı. Bir gün öğle paydosunda bu tartışmalardan birine bir kez daha tanıklık etmiş olacaktım. Türk olan bayan arkadaşımız, her tartışma raundunda aşağılık psikolojisine kapılarak üniversite mezunu olduğunu, Türk milletinin çağdaş ve uygar milletler ve devletler liginde üst sıralarda yarıştığını, Belçika’ya gelen diğer göçmen milletlere kendisinin ve milletinin benzemediğini ve dolayısıyla kendileriyle yapacağı her iletişimde ayrıcalıklı davranılmasını talep ediyordu. Sayıları sekiz ve dokuz arasında olan Belçikalı bayan arkadaşlar bu sözler karşısında hiçbir şey olmamış gibi önlerinde duran boturhamlarını yemeye devam edecektiler. Tam o sırada yanımda oturan Flaman hemşirelerden biri söz alarak Türk olan bayan arkadaşa şöyle karşılık verecekti: Senin paraya ve çalışmaya ihtiyacın olduğu için ülkemize geldin. Eğer çalışmak istemiyorsan ve bizlerden de memnun değilseniz ülkenize gidersiniz.” sözleri karşısında Türk bayan oturduğu sandalyeden öfkeyle kalkarak şu karşılığı verdi: Sizler faşist ve ırkçısınız, yasalarınızda faşistlik ve ırkçılık yapmak suçtur. Yarın sizleri bu sözlerinizden dolayı mahkemeye şikayet edeceğim, dedi. Belçikalı bayanlar meselenin ciddi olduğunu kavrayınca bu arkadaştan özür dileyecek, böylelikle faşistlik meselesini ucuza kapatacaktılar!
İkinci örnek; bundan uzun bir süre önce benimde hazır bulunduğum bir ortamda, bir kaç Kürt gazeteci arkadaş ile Nuray Mert isimli bir Türk gazeteci-sosyolog, Kürt ve Kürdistan meselesini (halkların kardeşliği) konuşurken, yaklaşık yarım saat dinleyici pozisyonunda bulunmuştum. Bu süre içinde Nuray Mert’in her konuşmasını, her davranışını gözaltında tutacaktım. Nuray Mert’in konuşmaları ve davranış refleksleri en az Türk devleti kadar buyurgan ve kibirli duruyordu. Söz hakkı isteyip sohbete katılmak niyetinde değildim. Ancak Kürdistani, insani, ahlaki ve mutevazi kişiliğine son derece değer verdiğim gazeteci arkadaşlardan biri bu konu hakkında ne düşündüğümü sormuştu. Bende arkadaşın bu kibar ve centilmen teklife karşı teşekkürlerimi sunmuş ve söz hakkını alarak şu ifadeleri sarf etmiştim: "Edepsiz ve ahlâksız olan bir milletin, edepli ve ahlâklı olan bir milletle kardeş olabileceği fikrini hiçbir kutsal kitap ve hiçbir felsefik düşünce beyan etmemiştir. Ancak erdemli ve adaletli milletlerin birbirleriyle kardeş olabileceğine işaret ettiğim için; Nuray Mert’in o buyurgan ve egemen psikolojisi ani bir refleks göstermiş, tıpkı usta bir misyoner gibi “Aaa bu arkadaş faşist!” sözleriyle bana karşılık vermişti.
Analitik yöntemden ayrılmadan siyaset sosyolojisinde faşizm ve şovenizm kavramlarının etimolojik ve epistemolojik arkatipine bakarak milletperverliğin ve milliyet duygusunun ontolojik bir olgu olduğunu öğrenebiliriz. Ayrıca her iki kavramın milletlerin siyaset sosyolojisinde hangi durumlarda kullanıldığını ve neye tekabül ettiğini entellektüel zaviyeden bakmamıza yardımcı olacak Norman Davies’in “Avrupa Tarihi” adlı yapıtını önerebiliriz.
Hiçbir nazariye, hiçbir kuram faşizmin ve şovenizmin bir düşünce olduğunu söylemiyor. Çünkü her ikisinin de, ondan olmayan ve ona benzemeyen her milletin her dilin her kültürün her düşüncenin her inancın ve her duygunun, Fasces ve N.Chauvi’nin baltalarıyla vahşice öldürülmesini hak ettiğini düşünür.
İki lanetli kavramlardan biri olan şovenizm, etimolojik olarak adını Napolyon Banaport’a hayran olan cellat N.Chauvini’den alırken; faşizm ise Mussolini’nin İtalyan ırkının üstünlüğü için kurduğu baltalı ve silahlı “Fasci di combattimento” isminden almıştır.
Bu zaviyede hareketle milliyet duygusunun ilk olarak organize olmuş hali 1648 Vetsfalya Anlaşması’yla karşımıza çıkmaktadır. Bu anlamda Vestfalya Anlaşması Kürt siyaseti için oldukça önemli görülmelidir. Çünkü otuz yıl süren mezhep savaşları katolik Roma-German İmparatorluğuna bu anlaşmayla Kalvinizm mezhebini kabul ettirmeyi başarmıştır. Bugünkü federasyon sistemine benzer siyasi bağımsız bölgeler, prenslikler ortaya çıkmıştır. En önemlisi Alman katolik imparatorluk bundan sonra siyasal ve dini egemenliğini üye devletlerin rızası olmadan tek başına asker alımlarını yapamayacak, tek başına kanun yapamayacak, tek başına vergi toplayamayacak ve hiçbir devlete karşı savaş ilan edemeyerek siyasal egemenlik otoritesini kalvinistlerle paylaşmak zorunda kalacaktı.
İkinci olarak, milliyet duygusunun tezahürü Napolyon’un alt üst ettiği Avupa kıtasını yeniden dizayn eden 1815 Viyana Antlaşması’dır. Viyana Antlaşması da bu anlamda Kürt siyaseti için oldukça önemli görülmelidir. Çünkü Napolyon’un alt üst ettiği Avrupa kıtasının sınırları yeniden belirlenmiştir. İlk olarak kendi toprakları üzerinde yaşayan milletler siyasal egemenlik hakkını Yunan milleti Kaynarca Antlaşması’yla Osmanlı İmparatorluğundan alırken; ardından 1830 yılında Londra Antlaşması’yla Belçikalılar Hollanda Krallığı’ndan bağımsızlıklarını kazanacaktılar. Hakeza Rusya’da Tolstoy, Dostoyevski; İngiltere’de Milton, Looke; Fransa’da Rousseau; Amerika’da Thomas Jefferson gibi düşünürler milliyet duygusunun, alt ve üst enstrümanlarını inşa etmişlerdir.
İsimlerini zikr ettiğimiz bu düşünürler kendi halklarına milletperverlik duygusunu kazandırdıkları için dünyada hiçbir devlet ve hiçbir bilimsel düşünce bunların faşist olduğunu söylememiştir. Ama Türk İslamcı ve solcu aydınlar Kürt aydınlarına ve siyasetçilerine faşist diyebiliyorlar!
Kürdistanı işgal eden bölge devletleri ve onların paramiliter güçleri her fırsatta dünyada sınırların kalktığını söylüyorlar. Dolayısıyla her millet gibi Kürt halkının da, yeni bir bayrak ve pasaporta sahip olmasını, gericilik ve faşistlik olarak tanımlamalarını Kürtlere yönelik yapılmış tüm zamanların en büyük altın vuruşu olarak görüyorum.
Oysaki milletlerin hakikat ve ontolojik dünyasında böyle bir tanımlama yüzde yüz şirktir. Bugün İskoçya’nın kendisine ait parlamentosu, bayrağı, yönetimi, milli parası, mahkemeleri ve her kademede eğitim ve ögretim yapan okulları olmasına rağmen, İngiltere’den boşanmak istiyor! İskoç milleti, 2014 yılında dünyaya bağımsızlığını duyurmak için hummalı bir hazırlık içine girmiştir. İkincisi, Flamanlar ve Volanlar 1830 yılından bu yana Belçika devleti adı altında birlikte yaşamaktadırlar. Flamanların tıpkı İskoçlar gibi kendilerine ait parlamentosu, hükümeti, bayrağı, mahkemeleri ve kendi dilinde eğitim yapan dünyaca ünlü üniversiteleri olmasına rağmen; dünyanın birkaç en zengin, en mutlu ve en prestijli ülkesinden Belçika’yı ikiye bölüp Volanlarla boşanmak istiyorlar. İspanya Hükümeti Katalonya bölgesine çok geniş bir özerklik alanı tanımasına rağmen Katalonlar 14 Eylül 2013 yılında bağımsızlıklarını ilan etmek için iki milyon insanla 400 kilometre uzunluğunda bir insan zincirini oluşturdular.
Dolayısıyla Kürt aydınları ve siyasetçileri Türk devletine ve Türk soluna şunu demelidirler diye düşünüyorum: Geçin bu enternasyonel halkların kardeşlik oyunlarını. Eğer adam gibi demokratik bir devletseniz, eğer adam gibi demokratsanız, eğer adam gibi solcuysanız, eğer adam gibi müslümansanız ve eğer adam gibi adamsanız gelin adam gibi devletinizin ve ecdadınızın Kürdistanı nasıl işgal ettiğini ve nasıl ırzına geçtiğini konuşalım.
İkincisi, siyasal İslamcılara ise şunu demelidirler: Ey Müslüman! Türk, Arap ve Fars unsurları! Hani Allah sizden söz almıştı ,birbirlerinizi vahşice katletmeyecektiniz. Hani birbirlerinizi vatanlarınızdan şehir haramileri ve işgal orduları gibi çıkarıp hicrete zorlamayacaktınız. Hani herbir dilin ve herbir rengin Allah’ın bir ayeti olduğuna inanacaktınız.
Hani yeryüzünde, bağilik ve tuğyanlık edip memleketler işgal edip oranın yerli halkından olan yaşlıları, kadınları, çocukları öldürmeyecek, ekili alanları ve iskan birimlerini yağma ve talan etmeyecektiniz. Hani birbirleriniz üzerinde siyasal ve ekonomik egemenlik kurmayacaktınız, hani siyasal ve ekonomik egemenliğinizi eşit düzeyde kardeşçe paylaşacaktınız. Hani birbirlerinize kötü lakaplar takmayacak, birbirlerinizi aşağılamayacaktınız. Hani kendiniz için temenni ettiğiniz bir şeyi diğer müslüman kardeşinize de temenni edecektiniz. Hani bir millete olan kininiz ve öfkeniz sizi adaletsizlik yapmaya zorlamayacaktı. Hani iyilikte ve takvada yarışacaktınız. Hani birlerinize iyilik ve ihsanda bulunduğunuzda bunu bir lütufmuş gibi başa kakmayacaktınız.
Ama siz buna rağmen ne yaptınız? Hazrec ve Evs kabilesi gibi Allah’a verdiğiniz sözden döneklik yaptınız. İslamın silahıyla silahlanıp ülkemizi işgal ettiniz. Günah ve zulüm işlemek için aranızda işbirliği yapıp Kürdistanımızı akbabalar gibi aranızda dört parçaya bölüp paylaştınız. Bizi ülkemizden bela ve musibet diyarına sürgün ettiniz, dilimizi yasakladınız, bedenlerimizi Yasir ailesi ve siyahi Bilal gibi kızgın kumlara yatırıp vahşice işkencelerden geçirip katlettiniz. Köylerimizi viraneye çevirdiniz, halkımıza Dersim’de, Ağrı’da, Halepçe’de ve Roboski’de Kerbela yaşattınız. Uğurlarımıza ve Ceylanlarımıza yaşlarından fazla kurşun sıktınız.
Yoksa ey egemen Türk, Arap ve Fars unsurları; “Siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Oysa içinizden böyle yapanların cezası dünya hayatında perişanlıktan başka bir şey değildir.” demenin tam zamanıdır. (Bakara Süresi,85)
Kadir AmaçKaynakça1- Norman Davies, Avrupa Tarihi
2- Kuranı Kerim Meali
http://Kurdistan-Post.eu