Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
HomeHome  Latest imagesLatest images  SearchSearch  RegisterRegister  Log in  
Kürd Ulusu'nun Çıkarları; Her Türlü Parti, Kurum, Kuruluş, Örgüt ve Kişilerin Çıkarlarının Üstünde ve Ötesindedir. Her Şey Kürdistan İçin!

 

 İslam’da Reform, Kürdistan’da Devrim!

Go down 
AuthorMessage
Admin

Admin


Mesaj Sayısı : 131
Kayıt tarihi : 2010-01-12

İslam’da Reform, Kürdistan’da Devrim! Empty
PostSubject: İslam’da Reform, Kürdistan’da Devrim!   İslam’da Reform, Kürdistan’da Devrim! Empty15.03.15 1:40

İslam’da Reform, Kürdistan’da Devrim!
Fikret Yaşar | Kurdistan-post.eu | Cum, 13/03/2015 - 18:14

Her devrim farklı olduğunu ileri sürerek geçmişi reddeder ve gelecekle ilgili beklentileri kullanarak topluma yön verir.

Devrimler ; 1- Tanrı otoritesi, yani tanrısal emirleri referans alan devrimler, ki bunlar din maskesiyle karşımıza çıkar, 2- Halk otoritesi, yani halkın talepleri referans alınarak ortaya çıkan toplumsal hareketlerdir. Tanrısal otoriteden referans alan devrimleri dinamize eden esas faktör tanrısal emirler olsa bile motivasyonda binlerce yılın gelenekçi anlayışı değişim ve dönüşümde ağır basar. Bu nedenle bu tür yapılanmalarda aklın ve bilimin etkisi yok denecek kadar azdır. Sebebi de akıl, bilim ve teknolojide büyük ilerlemeler sağlanmasına rağmen doğanın tüm sırlarının aydınlatılamamasıdır. Çünkü bu fenomen durum gelenekçi kesimlerin elini güçlendirmektedir.

Akıl ve bilimin referans alındığı batı toplumları ile gelenekçi anlayışın egemen olduğu ortadoğu toplumları dikkate alındığında bu gerçek farkedilecektir.

1979 da molalar öncülüğünde gerçekleştirilen İran İslam Devrimi eski rejimin olumsuzluklarına karşılık, toplumun gelecekle ilgili beklentilerinin İslami çerçevede gerçekleşeceği üstüne kurgulanmıştı. Mollalar, dini önderlikle şahlık düzenini eleştirerek yeni ve kurtarıcı bir toplumsal düzen yaptıklarını ileri sürerken tanrısal emirleri referans alarak hak, adalet, eşitlik ve kardeşliğin hakim olacağını inandırmaya çalışıyorlardı. Fransız Jakobenler de kendilerini Romalı Cumhuriyetçiler gibi ifade etmişlerdi, Bolşevikler de Fransız Devrimine özenerek ve hatta daha da yenilikçi olduklarını ileri sürerek ezilen kesimlere umut verdiler. Bugünün radikal İslamcı hareketleri de batı emperyalizmine ve zulmüne karşı ayaklandıklarını, buna karşılık hak, adalet ve eşitlik vb gibi söylemlerle ortaya çıkarak kurtarıcı rolüne soyunduklarını ileri sürmektedirler...

Tüm tarihi deneyimler bize gösteriyor ki her devrim iyi dileklerle başlar, ancak devrimi gerçekleştiren egemen ideolojilerin iktidar hırsı, samimiyetsizlik, ya da beceriksizliği devrimi karşı devrime dönüştürür.

Devrim ya da değişimi tetikleyen temel faktörler korku, çıkar ve bilgidir. Ne yazık ki tarihsel süreçte birey ve toplumları etkileyen ve değişime sevk eden en önemli faktör korku olmuştur.

1400 yıl öncesinin esaslarını zaman ve mekan şartları ve farklarını dikkate almadan olduğu gibi savunarak kurtarıcılığa soyunan radikal İslamcı grupların bilgi faktörü yerine korku faktörünü egemen kılmalarının sebebi de budur. Yine geri kalmış toplumlarda eğitimde şiddet faktörünün egemen olmasının sebebi de ‘korku faktörü bireyi daha çok motive ediyor’, düşüncesine dayanıyor.

Nitekim Hıristiyanlık dini de yayılmacı emelleri olan zamanın kral ve feodal güçleri tarafından şiddet aracı olarak kullanılmıştı, ancak bu arkaik anlayış süreç içinde reformist güçler tarafından ıslah edilerek kilise duvarları arasına hapsedildi.

Tarihi deneyimlerden ders alan ılımlı İslamcılar da özünde ilerlemeye engel olmayan İslam dininin çağa uygun olarak yorumlanabileceğini, Hz. Muhammed’in :“ İnsanları sevmek en büyük ibadet ve en güzel fazilettir.” Sözüne uygun bir anlayışla reforma tabi tutulması gerektiğini savunuyorlar.

Bir önceki yazımda; Hıristiyanların Protestanlıkla gerçekleştirdikleri reformu Müslümanlar, değişimin özü olan modern düşünce ile Kur’an düşüncesi arasında bir bağ kurarak yapabilirler... derken, Hıristiyanlığı reforma iten koşulların İslam dünyası için de geçerli olduğunu düşünmemdi.

Hıristiyanlığı değişime-reforma zorlayan en önemli etken kapitalist gelişmeydi.

Zamanın öncü gücü burjuvaziydi ve kendi yaşam felsefesini kiliseye ve mevcut otoriteye (kral ve derebeyler) dayatarak reformların gerçekleşmesini sağlamıştı. Reformun itici gücü olan burjuvazi merkezi krallıkların çıkarları ile ezilen halkın eşitlik ve özgürlük özlemlerini bir potada kullanıp Katolik Roma Kilisesine karşı güç birliği yaptığı için başarıya ulaştı. Kiliseye karşı oluşturulan ittifakın esas nedeni de burjuvazi ve merkezi feodallerin iktisadi çıkarlarıydı. Kilise yenilince toprakları da bu sınıflarca ele geçirildi. Sonrasında kilise ulusallaştı, İncil, diğer dillere çevrildi ve herkes kendi diliyle ibadet etme imkanı buldu. Bu gelişmeler dini otoritenin önünü keserek akıl, bilim ve teknolojinin gelişmesine kapı araladı.

Bu değişim İslam dunyasında da yaşanabilir.

Gerçi İslam dünyasında cami ve iktidar arasında kavga yok, zira İslam daha baştan bir devlet dini olarak doğdu ve devletten ayrı bir makam yoktu. Emevi, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlılar dönemindeki halifelik yönetimi, bir başka otoriteyle karşılaşmadı, batıda kilisenin devletle yaşadığı ayrılığı yaşamadı. Halifelik makamı dini esaslara göre devleti yönetiyordu. İktidarın esas sahibi tanrı olduğu için bir çatışma ortamı da oluşmadı, ancak bu katı otoriter sitem reformların gelişmesine de fırsat vermedi.

Tarihsel pratiğe göre İslamın siyasal gerçekliği içsel olduğu kadar dışsaldır.

Bugünkü Müslüman devletlerin hepsinde İslam devlet dinidir. Bu da devletlerde meşruiyetin temelini, yani hukuk sisteminin temelinin dini yasalara dayandığını gösterir. Bir tek Türkiye 1920’lerde islam hukuku yerine din ile devlete ayrı varlık kazandırdı. Ancak toplumun çoğunluğunun dindar olması ve bu durumun seçim sandığına yansıması sonucu iktidarlar oy toplamak için dinden faydalanma yoluna başvurdular, iktidarlarını uzatmak isteyen kesimler din derslerini zorunlu hale getirerek laik yapılanmadan ödün verdiler.

Sonuç: 2002’de İslamcılar iktidara geldi.

Kozmopolit bir toplumda siyasal egemenlik hile ve güç ile tesis edilebilir, ama geniş bir coğrafyada uzun süre devam edemez. Arap Baharı bunun örneğidir. Ancak şunu da gözardı etmemek gerek; Siyasal egemenliğin tanrı otoritesine dayandırıldığı gelenekçi İslami toplumlarda otorite ve güç tanrı adına kullanıldığı için, sisteme meşruiyet kazandıran kurumsal kavramlar formaliteden vardır, yani işe yaramazlar. Gerek yasal düzenlemeler ve gerekse geleceğe dönük hedef ve düzenlemelerin seçilmesinde referans alınan formüller İslamdan alınmaktadır. Dolayısıyla bu tür toplumlarda değişim ve dönüşümün, yani reformun önündeki en büyük engel de bu klişeci yapıdır. Ne ilginçtir ki, bu klişeci yapının referans kaynağı dışsaldır.

İslami kaynaklar araştırılınca referans noktalarının İran, Roma ve Yunan İmparatorluklarının gelenekleri olduğu görülecektir. Sekizinci yüzyılda İran Devlet yönetimine ait metinler, saray görgü ve protokol kurallarının yanı sıra Yunan siyaset felsefesi üzerine yazılan eserlerin Arapça’ya tercüme edilmesi devlet ve siyaset yönetimi alanında İslami düşünce ve söyleminin gelişmesi sağlanarak bu kültür yaratılmıştır. Ancak ilginçtir ki bu karma yapı bugünün uygar dünyasıyla eskiden olduğu gibi diyalog ve uzlaşmaya yanaşmamaktadır. O zaman şu soru akla gelir: Geçmişteki dışsal etkiye açık olan İslam, yani İran, Roma ve Yunan İmparatorluklarından beslenen İslam neden günümüzdeki uygar dünyadan yararlanmıyor..?

İktidar hırsı!

Günümüzde İslam Devrimi diye ortaya atılan, ama aslında özgürlük ve uygarlık düşmanlığı sergileyen  İran Devleti ve radikal islamcı örgütlerin temel amacı iktidarlarını kurmak ve -şer- düzenlerini devam ettirmektir. Bu -şer- yapılar ideolojik mesajlarını devlet eliyle bütün dünyada geçerli kılmak istemektedirler, inanan ve inanmayan her kesimin karşısındadırlar. Bu kesimin topluma egemen yapmaya çalıştığı dinsel mesaj (İslami Devrim) karşısında insan hak ve özgürlükleri, yani din ve inanç özgürlüğü tehlikededir. Zira mesajın kendisi değişken ve tutarsızdır, öyle ya, İslam adına konuştuğunu ileri süren bu kesime sormak gerek:

“Hangi İslam? “

İslam’ın içinde bulunduğu yozlaşma ve parçalanma birbirine taban tabana zıt kesimler yaratmıştır. Örneğin: Şia İslam’ı ile Sünni İslam’ı, ya da diğer mezhepler arası farklılık gösteren İslam, bunları uzlaştırmak mümkün mü?

Kendini yenileyememiş ve birlik kuramamış bir İslamdan medet umulur mu?

Ne var ki İslam yükseliş döneminde bu durumda değildi. Zamanın uygar toplumlarıyla (Roma, İran, Yunan) diyaloğa girmiş, ünlü felsefe ve bilim hareketlerinden faydalanmış ve ççağın ileri toplumu olmuştu. Oysa bugün ortaya çıkan radikal İslamcı gruplar felsefenin ve bilimin öcülüğünü yapan uygar dünyaya karşı topyekün bir reddiye içindeler. Uygar dünya emperyalisttir tezini kullanıyorlar. Uygar dünya emperyalist de Araplar emperyalist değil miydi? Binlerce yıldır başka halkların topraklarını işgal etmiş ve asimilasyona uğratmışlar. Birine karşı duruken diğerine yol vermeye gerek yok, bilim ve tekniği özümseyerek insanlıkla ortaklaşarak egemenlik savaşı verilebilir.

Bin yılların emeği olan bilim ve teknik yoktan var olmadı, koskoca bir felsefe, siyasal ve sosyal bir birikim vardır arkasında. Bunu yok sayan ve biata dayanan, akla ve iradeye kelepçe vuran bir anlayış reform yapamaz, dolayısıyla kurtarıcı olamaz. Kurtarıcı olan aklı ve bilimi referans alıp reform yapabilenlerdir.

Bilginin hızla üretilip paylaşıldığı günümüzde aydınlanmaya ayak direten kesimlere karşı aydınlanma, değişim ve devrim mücadelesini yürüten Kürdler ancak kurtarıcı olabilir. Nitekim bugün dünyanın gözünde kurtarıcıdırlar.

Dini milli standartlarına uyduran ve işgalci emellerine aracı yapan emperyal Arap, İran ve Turk ittifakına rağmen bağımsız ve demokratik toplum olma kavgasını Kurdistan kazanacaktır. Bu kavganın temelinde işgal ve sömürgeciliğe karşı çıkarak milli bir toplum yaratma arzusu vardır. Bu kavgada bütün düşünce ve eleştirilere kapıları açık tutarken, sömürgecilerin dayattığı din anlayışı terk edilecek ve din yalnız ve yalnız vicdanlarda kalacaktır. Devlet şu ya da bu dinin ve mezhebin tekelinde olmayacak, toplumsal talepler demokratik çerçevede kendine yaşama şansı bulacak, kişi istediği gibi düşünüp, inanacak ve örgütlenecektir.

Kürd halk devrimi akla, bilime ve Kürd vicdanına uygun olanın aklanması, olmayanın mahkum edimesiyle doğa, toplum, insan ve Kurdistan üstüne inşa edilecektir, aksi takdirde gerici, işgalci ve işbirlikçi anlayışın hizmetinde yok olacaktır...

Fikret YAŞAR
Back to top Go down
https://serxwebun.forumieren.com
 
İslam’da Reform, Kürdistan’da Devrim!
Back to top 
Page 1 of 1
 Similar topics
-
» Devlet, İhanet, Reform ve İradesiz Bağımsızlıkçı Hareket!
» Kürtler, İslam Kardeşliği Adı Altında Kandırılıyor!
»  "Reel İslam" sorgulanmalıdır
» Kürtler, İslam ve İsrail İlişkileri…
» İslam neden barışçı değil?

Permissions in this forum:You cannot reply to topics in this forum
 :: Bixêr û bi Ehla! * Welcome! * Hos Geldiniz! :: Peşarî | Politika-
Jump to: