Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
HomeHome  Latest imagesLatest images  SearchSearch  RegisterRegister  Log in  
Kürd Ulusu'nun Çıkarları; Her Türlü Parti, Kurum, Kuruluş, Örgüt ve Kişilerin Çıkarlarının Üstünde ve Ötesindedir. Her Şey Kürdistan İçin!

 

 Zehir Kral:Kürdler Nasıl Devlet Yönetir?

Go down 
AuthorMessage
Admin

Admin


Mesaj Sayısı : 131
Kayıt tarihi : 2010-01-12

Zehir Kral:Kürdler Nasıl Devlet Yönetir? Empty
PostSubject: Zehir Kral:Kürdler Nasıl Devlet Yönetir?   Zehir Kral:Kürdler Nasıl Devlet Yönetir? Empty08.12.13 0:23

Zehir Kral:Kürdler Nasıl Devlet Yönetir?

Hüseyin Kaytan

"Siz dizleriniz üzerine çöktüğünüz için onlar büyük görünüyor. Ayağa kalkın!"

Fransız devrimi sloganı.

Sevgili İsmail Beşikçi Hoca, geçen günlerde verdiği bir konferansta, Kürtler sadece Türk devletinin siyasetini değil, anti-Kürt uluslararası siyaseti de eleştirmelidir dedi ve BM'nin, 1962 tarihli Bağımsızlık Bildirgesiyle, egemen devletlerin doğrudan siyasi sınırları içinde kalan sömürgelerde, ve özellikle bu durumda olan Kürdistan'da, bağımsızlığı desteklemediğini ifade etti. Bu konu daha çok uluslararası ilişkiler ve siyasetin uzmanlık alanına giriyor, -tabii bağımsızlık gibi bir niyetimiz varsa. Mesele, öncelikle siyasetçilerimizin, paralel olarak özellikle diasporadaki yetişmiş insanlarımızın ilgilerini bekliyor.

Türk Kemalist/faşistlerinin, adına zorla "Türk" dedikleri köksüz kalmış devşirmeleri heyecana getirmek için kullandığı bir argüman şöyleydi: "16 devlet sahibi olmuş, imparatorluklar yıkıp imparatorluklar kurmuş bir ecdadın çocuklarıyız". Türkler, Kürdistan üzerindeki egemenliklerini, özellikle son ikiyüz yıllık dönemde, bu argümana dayandırmışlardır. Savlarına göre Türkler devlet geleneğine sahiptir ve üstelik bu nerdeyse sadece onlara ait bir uzmanlıktır. Kürtlerin ise, bir devlet gelenekleri yoktur, tarihleri bile yoktur. Dilleri Farsça-Türkçe kırması bir dildir ve hele uygarlıktan ise hiç nasiplerini almamışlardır.

Kemalizm, Alman faşizminin büyük biraderidir. O, 1915 lerde öncülü olan İttihat Terakki örgütünün Ermeni soykırımı, sonra da Cumhuriyet dönemindeki Zilan ve Dersim gibi katliamlarıyla, Alman faşizmine ilham vermiştir. Bu sadece duygusal bir bağ değildir, arka planında çok yakın tarihsel, siyasal ve askeri ilişkiler vardır. Liman von Sanders'in, Mustafa Kemal'in üstünde bir komutan olarak aynı cephede savaştığını hatırlayınız. Dahası, Habsburg ve Osmanlı hanedanları, aynı dönemde sömürgelerine karşı yenilmeye başladılar ve belki de bu ortak kader, onları bu türden bir şeytani işbirliğine götürmüştü. Habsburg hanedanının geleneksel anlamdaki en güçlü kolu olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, 1918'de imparatorluğa veda etmiş ve önce Almanlar, birkaç yıl sonra 1923'te ise Türkler Cumhuriyet ilan etmişti. Ancak her anlamda Alman-Kemalist işbirliği hiç bir zaman kesintiye uğramadan bugüne kadar sürmüştür.

Habsburg hanedanı, Osmanlı hanedanı paralelinde, eski Roma İmparatorluğunun bir devamı olarak kurulmuştur. Onlar kendi imparatorluklarını baştan itibaren (1512) "Imperium Romanum Sacrum Nationis Germanicæ" = "Cermen Ulusunun Kutsal Roma İmparatorluğu" olarak adlandırmışlardı. Yani kadim Roma İmparatorluğunun devamı olduklarını ileri sürüyorlardı.

Bu imparatorluk, Osmanlı ordusunun asıl savaşçı yapısının ezici bölümünü oluşturan, öte yandan eğitim ve dünya görüşünün ise tamamını yönlendiren Kürt askerlerin, elbette Osmanlı hanedanı merkezine bağlı olarak, Avrupa içlerine doğru ilerlemesine bir cevap gibidir. Çünkü bu imparatorluğun kurulması ile birlikte, Osmanlı akınları görece durmuştur. İki imparatorluk arasında ticari ve istihbari ilişkiler giderek gelişmiş, her iki hanedanın işbirliği ile, Kürtlerin öncülüğünü yaptıkları Osmanlı ordusu kademe kademe, önce hayat anlayışı, ardından fiziki varlığı, Germen-Roma imparatorluğunun teşvikleri ve Osmanlı hanedanı marifetiyle ortadan kaldırılmıştır. Kemalist dönemde "Batılılaşma" kavramı içinde kristalize edilen bu hareketin en öncelikli hedefleri de, Kürtler ve Ermenilerin ulus olarak ortadan kaldırılması olmuştur.

Bir iç parantezi de Osmanlı'nın ilk dönem ordusunun niteliği için açalım: Kürtlere dayanarak batıya ilerleyen Osmanlı Hanedanı, ilk zamanlarında, en azından Edirne'ye kadar açılana kadar, kendi tarihçilerinin aktardığına göre, savaştan gelen ganimetlere fazla karışmıyor, savaş bittiğinde diğer kavimler gibi Kürtler de ganimetlerini evlerine götürüyordu. I. Murat döneminde, hazret "pêncyek" (kelime Kürtçe) diye bir ferman çıkardı ve esir ganimetlerin beşte birinin hanedana verilmesini zorunlu kıldı. Batıdaki halkların, ana-babaları öldürülüp herşeyleri yağmalandıktan sonra esir alınıp getirilen beş çocuktan birini istiyordu Sultan ki, bunlardan kendisine bağlı özel bir ordu kurabilsin. Ve bunu yaptı da, bu çocukları toplayıp eğittiği kurumun adı da, Kapıkulu Ocağı'dır; zaten diğer savaş ağaları da, erkek çocukları bu amaçla, yani Sultan istediğinde aşireti adına savaşa göndermek için getirme zahmetine katlanıp eğitiyorlardı.

Osmanlı'nın bu çocukları nasıl eğittiğine ilişkin ilginç tevatürler vardır. Sadece okunduğunu duyduğum bir rivayete göre, bu yöntemlerden biri şöyledir: Çocuklar yaz güneşi altında sadece başları açıkta kalacak biçimde toprağa gömülür, başlarına ise taze kesilmiş hayvan derisi sarılırmış. Hayvan derisi kurudukça çocuğun beynini sıkar ve delirmenin eşiğine getirirken, insanlığa ilişkin herşeyi beyninden silermiş. Bu çocuklar daha sonra çok iyi beslenerek, birer savaş makinası haline getirilirmiş.

Ne yazık ki, Arap-İslam faşizminin ve Ergenekon adıyla maruf Türk savaş ağalarının, bugün çocuklarımıza yaptığı da bundan farklı değil. Katliamdan geçirdikleri Kürtlerin kalan çocuklarının beyinlerini yıkayarak, kendi çıkarları için ölüme sürmek. Bu parantezi burda kapatalım ve tarih içinde biraz daha geriye gidelim.

Sevgili Beşikçi'nin dile getirdiği "anti-Kürt uluslararası siyaset"in kaynakları üzerinde düşünürken, haddim olmayarak vardığım bazı sonuçları paylaşmadan edemedim. O da şu: Roma imparatorluğunun insanlığın beşiği olan bu coğrafyanın halklarına çektirdiklerini herkes bilir. Fakat, bizzat Kürtlerin, Batı uygarlığının temeli olduklarını iddia eden bu Romalılara çektirdiklerini ise, ne yazık ki bugünkü biz Kürtler pek iyi bilmesek de, binyıllardır halklarını kanını emen bu hanedan ve kalıntıları, sadece kendilerine ayırdıkları belgelerle çok iyi bilirler ve bu bilgileri ardıllarına aktarırlar. Romalıların Kürtlerden çektikleri kuyruk acıları, bugün bile hala sızlamaktadır.
"Bextê Rom reş e" diye bir atalar sözü vardır. Bütün Kürtler, Batıdan gelen her vicdan dışı zihniyeti böyle tanımlarlar ve Batıdan gelen ve iyi niyetli olmayan herkes, Kürtlerin belleğinde, Roma ile özdeşleşmiştir. Bu elbette eski bir algının mirasıdır ve Roma'nın gerçek bir imparatorluk olduğu zamanlardan kalmıştır.

Burada yeni bir parantez açalım: Zilan aşireti için web ortamında açılan bir sitede, (http://www.semskiasireti.com/?Syf=18&Hbr=440140&/Z%C4%B0LAN-VEYA-ZEYLAN-A%C5%9E%C4%B0RET%C4%B0) aşiret tarihi Emevilere kadar götürülüyor ve Hamidiye Alayları'ndaki  elit geçmişlerinden (bu alayların birincisi, yani 1. Liwa, Zilan aşiretinden kurulmuş) bahsedildikten sonra, Karadeniz kıyılarındaki Trabzon ve Giresun şehirlerinde de, bu aşiretin bazı kabilelerine raslandığı belirtiliyor.

Ağrı ve Batman'daki yerleşimlerinin katliamlardan kurtulup kalmalarını anlamak tamam, -ancak bu Giresun ve Trabzon'dakiler oraya nasıl ulaştı derken, Mehrdad Izady'nin Kürtler kitabına bir daha baktım.

Harvard Üniversitesi profesörlerinden tarihçi Mehrdad Izady, İsa'dan önceki üç yüz yılı aşkın dönemde, Zilan (Zelaniler) aşiret hanedanının, Anadolu'daki üç devleti yönettiklerini bildiriyor. Bunlar Kommagene, Kapadokya ve Karadeniz Pontus devletleridir. İran İmparatoru Büyük Kiros ile birlikte Anadoluyu fetheden Kürtlerin Zilan hanedanına, bu çabaları karşılığında, Anadolu'nun bu üç büyük satraplığı verilmiştir. Bunlardan en büyüğü olan Karadeniz Pontus devleti, sınırlarını Kuzeyde Kırım'a kadar genişletmiş, ayrıca Yunanlılar, Makedonlar, Gaul'lar başta olmak üzere, Batıdaki birçok kavimle sıkı dostluk ilişkileri geliştirmişti.

Bu imparatorluğa zirvesini yaşatan ise, kendisinin hem İran kralı Dara ve hem de onu ortadan kaldıran Büyük İskender'in soyundan geldiğini iddia eden Kürt kral Mithridates'tir.

Mithridates, soyguncu Roma imparatorluğunu Anadolu'dan söküp atarak, bu coğrafyada yaşayan bütün halkların idolü durumuna gelirken, aynı zamanda Kürt korkusunu bir daha çıkmamacasına imperyalizmin kökeni olan Roma emperyalizminin belleğine yerleştirmişti.

Tarihin araştırılması elbette incelikli, ustalık gerektiren bir iştir. Ancak eğer belgeler Kemalist/faşistlerde olduğu gibi, egemenler tarafından yok edilmiş, varolanlar ise çarpıtılmış ve kendileri tarafından kişiliksizleştirilen adamlara ısmarlanmak suretiyle resmi düzmece belgeler üretilmişse, işiniz çok daha zordur.

Şimdi, Zilan aşiretinden Mithridates'in hayatı ve işlerine kısaca yakından bakalım:

İsadan önceki 120-63 yılları arasında hüküm süren Mithridates'in adı, "Mithra-da", o zamanlar diğer birçok halklarla birlikte Anadolu Kürtlerinin de dini olan Mithraizmin ana tanrıçası "Mithra'nın verdiği" anlamında, Kürtçedir. Ancak yukarıda dediğim gibi o, hanedanının Dara ve Büyük İskender'e dayandığını söyler. Bu iddianın, iki büyük uygarlığı birleştirme amacı taşıdığı kuvvetle varsayılabilir.

Mithridates, ailesinin yönettiği imparatorluğun bir ara başkenti olan Sinop'ta (asıl başkent Amasya idi) doğdu, kendisiyle aynı adı taşıdığı babası (bir iddiaya göre annesi tarafından) zehirlenip öldürüldü. Çocukları küçük olduğu için, tahtı devralan annesi, iktidarını uzatmak için onu daha küçük olan oğluna devretmeye eğilimli olunca, Mithridates saraydan kaçtı ya da kaçırıldı ve saklandı. Derler ki, onu saklayanlar, azar azar yemeklerine kattıkları çeşitli zehirlerle, Mithridates'i babası gibi zehire kurban gitmekten kurtarmak istemişler ve Mithridates'in kendisi de, daha çocukluktan zehir konusunda uzman biri haline gelmiştir. Olgunlaşıp aileye dönen Mithridates, annesi ve kardeşini zındana kapatır ve yönetimi ele alır.

Yönetimi sırasında, Kuzeyden gelen İskit ve Roksalan akınları karşısında direnemeyen Kırım ve İstanbul prenslikleri de, Mithridates'in korumasına girerler. Bir dizi savaş sonunda Mithridates, İskitler ve müttefikleri Roksalanları yener ve onlar da, Krallar Kralı olarak Kürt Mithridates'e boyun eğerler. Yeniden Anadolu'ya dönen Mithridates, o zaman yükseliş döneminde olan Roma güçlerine yönelir.

Mithridates'ın kızlarından biri kardeş halk Ermenilerin kralı Büyük Tigran ile evlidir; bu ikisi, birbirlerinin en güvenilir dostlarıdır ve Romalı'lara her gerektiği zaman birlikte karşı koyarlar.

Mithridates, tahtı devraldığında, o zaman hanedanlarda adet olduğu üzere, krallar zincirinin kanı saf kalsın diye, önce kızkardeşiyle evlenir. Sonraki yıllarda Yunan, Makedon soylu kadınlarıyla evlilikleri olur. Yine yönetiminde ve müttefiği olan Amazon halkından, savaşta omuz omuza çarpıştığı bir Amazon kızıyla da evlendiği rivayet edilir. Tarihçiler onun 6 eşinden bahsederler.

Romalıların Mithridatik Savaşlar olarak adlandırdıkları savaşlar, aralıklarla onyıllar sürerek onun hükmettiği bütün zamana yayılır ve İsa'dan önce 63'teki yenilgisine kadar her seferinde Mithridates'in zaferiyle sonuçlanır. Antik askeri tarihçi Appian, onun Akdeniz ve Karadenizde hareket halinde olan 400 gemisi olduğunu ve Roma'yı kuşatabilmek için hem denizden ilerlediğini ve hem de Galyalılarla dostane ilişkiler kurduğunu aktarmaktadır. Ve şöyle devam eder: "(Mithridates) Kilikya'dan Cebelitarık'a kadar denizi askerlerle doldurmuştu, bunlar (Roma) şehirleri arasındaki tüm deniz ticaretini ve ulaşımını durdurmuş ve uzun bir süre boyunca şiddetli bir açlığın ortaya çıkmasına yol açmışlardı. Kısacası Mithridates, doğudan batıya uzanan ve tarihin en büyük hareketini başlatırken, insanoğlunun gücü çerçevesinde dokunulmamış ya da planlanmamış hiçbir şey bırakmadı..." (Appian, Romaica, XII, xvii, 119; aktaran: Izady, Kürtler.)

Tarihe damgasını vuran ve insanlara özgürlük idealinin en imkansız koşullarda bile ulaşılabileceğini ispatlayan Spartaküs isyanı da, onun Roma'yı sonuna kadar zorladığı bu dönemde ortaya çıkmıştır ve bazı tarihçiler bu ikisinin dost olduklarını söyler.

Romalıların düşmanlıklarının zaman içinde kalıcılaşmasının nedenlerinden en önemlisi, Mithridates'in örgütlediği yerel halkların, kendileri için asalakça vergiler ve kölelik anlamına gelen Roma'lıların varlığına karşı başlattıkları sivil savaş ve bunun sonucunda o zamanın Ege kıyılarındaki bütün Roma vatandaşlarının aileleriyle birlikte toptan katledilmesi olayıdır. Mithridates'in şöyle dediği aktarılır: "Hepsini öldürün, sonrasını bırakın tanrılar halletsin." Bu sivil saldırılarda en az 75 bin, kimilerine göre de 150 bin Romalı öldürülmüştür.

İdaresi boyunca köleliği yasaklayan, zorbaların yoksullara yükledikleri borçları iptal ettiren Mithridates, yönetimi altındaki bütün halkların dillerini (22 dil) bilmesiyle ünlüdür ve çağdaş dilbilimciler de onu dillerin ustası olarak anarlar. Bu konuda kitaplar yazılmıştır. (Bunlardan biri, Jürgen Trabant 'ın "Mithridates im Paradies/Kleine Geschichte des Sprachdenkens = Mithridates Cennette : Dil Düşüncesinin Kısa Tarihi adlı çalışmasıdır.)

Mithridates aynı zamanda çok yönlü felsefi bilgisi ile de ünlüdür. Yunan felsefesine verdiği değer dolayısıyla, Yunanlılar onu Hellenizm'in koruyucusu olarak onurlandırmışlardır. Yenilgisinden sonra, ondan yağmalanan malları taşıyan bir gemi, Yunanistan'ın güneyinde batmış, bu gemiden 1901 yılında, bulunduğu yere yakın bir adaya atfen "Antikythera Makinası = Antikythera Mechanism" olarak adlandırılan ve dünyanın ilk bilgisayarı olarak değerlendirilen, zamanının çok ilerisinde bir makina kalıntısı bulunmuştur ki şimdi Atina Ulusal Arkeoloji Müzesindedir. Kopya üretimleri ise dünyanın birçok müzesinde sergilenmektedir. Astronomik konum hesaplarının yapıldığının sanıldığı bu makinanın, zamanında tam olarak hangi işlevlere sahip olduğu bugün bile hala anlaşılmamıştır. Bu makina, nihayet Roma'ya yenilen Mithridates'in sarayından getirilmişti.

Mithridates Karadeniz imparatorluğunu yönettiği zamanlarda, Kapadokya devletini de aynı hanedandan olan ve damadı olan Ariobarzanes (Ariyê Barzan) yönetiyordu.

İ.Ö. 63 yılında, sonunda Romalı Pompey'e yenilen Mithridates, Kırım'daki topraklarına çekilir. Ancak Kürtlerin her zamanki yazgısı, burada onu yeniden bulur. Öz oğlu Pharnaces (Farnak veya Parnak?) babasını öldürmek için isyan başlatır. Oğlunun askerleri ulaşmadan, iki kızkardeşi ile birlikte zehir içen Mithridates'in savaşlarda dövülmüş bedeni, zehirden yeterince etkilenmeyince, kendi isteği üzerine koruması ve eski arkadaşı Fransızların Gaul aşiretinden Bituitus tarafından öldürülür.

Tarihçiler, onun kendi ailesi tarafından değil de, kendisini sonunda yenmeyi nihayet başaran düşmanı Romalı komutan Pompey tarafından, Amasya'daki kaya mezarlarına krallara özgü biçimde gömdüğünü aktarıyor. Değil mi ki, Kürt büyüklerine, düşmanları Kürtlerden daha fazla ilgi göstermiştir.
 
Alexandre Dumas, Monte Kristo Kontu romanında Mithridates'i anmış. Racine, onu anlatan Mithridate adlı bir oyun yazmış. Mozart, onun için "Pontus Kralı Mithridate" adlı bir opera ve sonra Scarlatti, "Mithridate Eupatore" = Soylu Mithridate" adlı bir opera bestelemiş. James Joyce'un bir aşk şiirinin başlığı şöyledir: "Yine de senin Mithridat'ın olaydım..." Olumlu veya düşmanca, daha birçok literatüre konu olan Mithridates, ne yazık ki Kürtler tarafından tanınmamakta, bu büyük asker ve halk önderi, mirasını devrettiği aşireti tarafından bile artık anılmamaktadır.

Acaba Zilan aşiretine, siz bir zamanlar Kırım'dan Fransa'ya ve İskenderun Körfezinden Cebelitarık'a kadar uzanan topraklarda, en az 400 yıl hükümrandınız desek, tepkileri ne olurdu?

Benim elimde yok, ancak Adrienne Mayor'un, Mithridates'in hayatını anlatan kitabı "Zehir Kral, Mithridates'in Hayatı" Türkçe'ye de çevrilmiş.

Anlatmaya çalıştığım, onlarca Kürt devletinden sadece bir devletin, ve yüzlerce namlı Kürt kralından sadece bir kralın anlık bir değinisiydi. Bu da, dünyanın en büyük gücü olan Roma'ya kan kusturmuş olması itibariyle, ve genellikle düşmanlıklarından dolayı kendilerini tutamayıp yazıya geçiren Romalı tarihçilerden dolayı el yordamıyla bulduklarımızdan sadece biri. Ancak şundan eminim: Halk olarak bizim, büyük ölçüde düşmanlarımızın marifetiyle de olsa, kahramanlık tarihimiz karşısında takındığımız vurdumduymaz ve körce tavır ne kadar acı ise; Kemalistlerin haspelkader bir Türki kavimler tarihi ortada dururken, bütün çabalarını Kürt tarihini ve Kürtleri tarihten silmeye adamaları, kendilerini ise onlar varoldukları zamanda esameleri okunmadığı halde, neredeyse Etilere ve Sümerlere bağlamaya çalışmaları o derece hem korkunç, ama hem de gülünçtür. Öyle ya, faşizmin kendisi son tahlilde düzeysiz bir komedidir; -nasıl baktığınıza bağlı.

Benim naçizane çıkardığım sonuç şu: Kürtler sadece devlet kurmamış, ama birçok devleti de bir arada yönetme gücü geliştirmiş ve diplomasi alanında da dünyanın en sayılı örneklerini vermişlerdir. Mithridates örneği, bunun delillerinden sadece biridir. Öyleyse, bizi bağımsızlık eğilim ve eyleminden bugün alıkoyan şey nedir? Üzerinde düşünülmeye değer.

Hayatı kurma yerine, hayatı kırma anlayışıyla varolan dünya güçlerinden ve onların Kemalistler ve Arap şovenistleri gibi yerel vekillerinden öylesine bir zulüm görmüşüz ki, tek tek bireyler olarak kişiliklerimiz bile, katledilip bir daha birleşmesin ve dirilmesin diye, uzuvları dünyanın her yanına dağıtılan Osiris'in vücudu kadar paramparçadır.  Onun bütün uzuvlarını toplayıp yeniden ruhuna can üfleyen bir kızkardeşi vardı, -İsis. Peki paramparça olan bizi kim birleştirecek?

04.12.2013 günü, radikal islamcıların Kerkük'keki şiddetli saldırısını gerçekleştiren ve ölen militanlar içinde, en az biri Kürttü; Halepçeli ve Arapların onu adlandırdığı biçimiyle adı "Meqdisi el Kurdi" idi. Nasıl bir hale getirildiğimizin üzerinde çok düşünmemiz gerektiğini, bu olay iyice açık etmiyor mu? Arap-İslam şovenizmi Halepçe'deki Kürtlerin soyunu kırdı, sonra onlardan arta kalan yetimler de, işte yine bu Arap-İslam faşizmi için gözünü kırpmadan ölüme gidiyor.  

Yorumu dostlara bırakarak, bir zamanlar Mithridates'in müttefikleri olan Fransızlar'ın ünlü devrimlerinde kullandıkları sloganlarını, biz Kürtler için yeniden bağırmak istiyorum:

"Siz dizleriniz üzerine çöktüğünüz için onlar büyük görünüyor. Ayağa kalkın!"

Hüseyin Kaytan

http://www.kurdistan-post.eu/tr/tarih/zehir-kral-kurtler-nasil-devlet-yonetir-huseyin-kaytan
Back to top Go down
https://serxwebun.forumieren.com
 
Zehir Kral:Kürdler Nasıl Devlet Yönetir?
Back to top 
Page 1 of 1
 Similar topics
-
» Aile ve Devlet Birimlerinin Önemi
» Millet, Milliyetçilik, Ulus Devlet
» Devlet, İslam, Kürdler ve Darbe
» Devlet, İhanet, Reform ve İradesiz Bağımsızlıkçı Hareket!
» BAŞKAN BARZANİ: “BAĞIMSIZ BİR DEVLET KÜRTLERİN DE HAKKIDIR”

Permissions in this forum:You cannot reply to topics in this forum
 :: Bixêr û bi Ehla! * Welcome! * Hos Geldiniz! :: Mêjû a Kurdistan | Kürdistan Tarihi-
Jump to: